13 Şubat 2015 Cuma

DÜŞ BOZUMU



cemil aydın


Yokuşun sonuna vardığınızda şehrin ışıltılı caddelerine biraz daha yaklaştığınızı anlarsınız. Gecekondu mahallesinde yürürken uzun aralıklarla sıralanmış sokak lambalarına eşlik eden evlerin soluk ışıklarından başka feneriniz olmaz ancak bu yokuşu tamamladığınızda ışıltı artar. Sokak lambalarının şeklini ve rengini değişmiş bulursunuz. Her apartmanda spot lambalar bulunur. Dükkânlarda her bir eşya için ayrı bir ışık oyunu sergilenir. Camekânlar gözlerinizi alır. Bu caddedeki kapalı dükkânların ışıltısını gecekondu mahallesinde ancak düğünlerde görebilirsiniz.

İşte bu yokuşu çıkıp şehrin kalabalığına karışmak için yürüdüğüm sıradan bir günün sıradan bir akşamında yine onu gördüm.

Ne zaman buralara gelse onu yangından sonra restore edilip otele döndürülen eski Rum konağının önünde görürdüm. Kulaklarını kapatan uzun saçları bakımlı ama şekilsiz durur. Kafasında düştü düşecek bir kasket, üzerinde birkaç beden bol kırmızı gömleği, altında siyah İspanyol paça pantolonu, ayaklarında gondolu andıran uzun kunduralarıyla bir görenin bir daha unutamayacağı cinste bir adam.

Konağın tarihi önemini öğrenir öğrenmez fotoğraf çekmeye yeltenen tüm turistlerin amacı onu çekmek olmasa da bütün fotoğraflara mutlaka ilişen bu adam, şehrin önemsiz ama garip bir şekilde vazgeçilmez bir dekoru olmuştu.

Onun görünüşünden başka dikkat çeken bir özelliği daha vardı: Bağırarak şiir okumak. Eğer buraya sık sık gelmiyorsanız onu sadece bu özelliğiyle tanıyabilirsiniz. Herkesin dışarıda olduğu bu vakitlerde okuduğu şiirler dışında hiçbir şey konuşmaz, sorulan hiçbir soruya cevap vermez ve kendinden istenen hiçbir şiiri okumazdı. Hangi şiirleri okuduğunu bilmiyordum ama okuduğu şiirlerin yabancı şairlere ait olduğunu düşündüm hep. Hiçbir işimin olmadığı vakitlerde onun dikildiği konağın tam karşısındaki pastanenin yanındaki banka oturur onun okuduğu şiirleri dinlerim. Okuduğu şiirleri dinlediğimde kendimi gitmediğim ve gitmemin mümkün olmadığı bir ülkede hissederim. Bir göl kıyısında sessizce oturup bulutları seyrettiğim, uzaklardan yabani hayvanların sesini işittiğim bir ülke…

Okuduğu şiirleri çok fazla anlamasam da bana hissettirdiği bu güzel duygular için onu dinlemeyi zamanla alışkanlık haline getirdim. İnsanın anlamadığı bir şeye duygulanmasının safça olduğunu düşünmüşümdür hep. Olsun, belki de beni etkileyen onun okuduğu şiirler değil şiirleri okurken yaptığı hareketlerdi. Evet, bu adam şiir okurken aynı zamanda bu şiiri yaşıyordu. Dinleyenlerin görmediği birine kimi zaman meydan okuyor, kimi zaman yalvarıyordu. Bazen onunla dans ediyor, bazen omzunda ağlıyordu. Okuduğu tüm şiirlerin sonunda sağ elini kalbinin üzerine koyar sol eliyle sağ elini sıkıca kapatır ve başını gökyüzüne dikerdi. Tam o anda etrafında onu seyretmek için toplananlardan cılız bir alkış sesi duyulur alkış tamamlanmak üzereyken oradan geçmekte olan ve olan bitenden haberi olmayan insanlar sırf iş olsun diye alkışlamaya başlar ve böylece bulunduğumuz yere uzakta olan herkes mühim bir organizasyon varmışçasına koşar adımlarla ne olup bittiğine bakmaya gelirlerdi. Böylece etraf gittikçe kalabalıklaşır ve onu oturduğum yerden göremezdim. Yine de yerimden kalkmazdım. Çünkü toplanan kalabalık cadde boyu uzanan çalgıcıların eğlencelerine, hokkabazların numaralarına ve ufak tefek kavgalara ve hırsızlıklara ilgi gösterdiğinden şiir onlara yeterince ilgi çekici gelmez ve kalabalık yavaş yavaş oradan dağılmaya başlar. Benim de önüm açılmış olur ve kalkmayarak yerimi kaybetme riskini savuşturduğumdan ne kadar doğru bir iş yaptığımın haklı gururunu yaşardım.

Adam, kendince belirlediği bir vakte kadar şiirlerini okumaya devam eder ve son şiirini okuduktan sonra başındaki kasketi olduğu yere bırakır ve sigarasını yakarak konağın merdivenlerine kurulurdu. Şiirin tamamlandığı o kısa an orda bulunanlar ve benim gibi uzun süredir şiirleri dinleyen üç beş sadık dinleyici, kaskete gönlümüzden kopanları bırakırdık. Ben de bu adamla birlikte sigaramı yakıp onun gitmesini beklerdim. Yaktığım sigara gün içerisinde içtiğim tek sigaraydı. Evet, bu adama garip bir şekilde sadakatle bağlanmış ve sırf gitme anına kadar onu seyretmek için ben de sigara içmeye başlamıştım. Bu şekilde 20 günde bir sigaramı yeniliyordum.

Sigaralarımız bittiğinde adam kasketini yerden alır, içindeki paraları pantolonuna koyduktan sonra konağın yanındaki dar geçide girerek gözden kaybolurdu. Bir filmin sonunu izler gibi izliyordum her gece onun o karanlık geçitte gözden kayboluşunu. O gittikten sonra caddeyi sonuna kadar avare avare gezip yokuşun başına geri dönüyordum. Yokuştan aşağı inmeden önce dönüp son bir kez caddeyi süzüyor ve derin bir nefes alarak evime dönüyordum.

Ancak o gün tüm bunlar yaşanmamış, benim farkında olmadan bağlandığım garip şair kendi şiirlerini okumayı bırakmış ve kendisinin kulağına fısıldanan ya da kendisine uzatılan kâğıtlardaki, peçetelerdeki şiirleri okuyordu. Üstelik kâğıtta yazan sıradan sevgi cümlelerini yüksek sesle okuyordu. Şiirlerini yanında getirdiği ahşap sandalyesine oturarak okuyor, şiirlerin sonunda ellerini göğsünde kavuşturmuyordu. Etrafındaki kalabalık daha da artmış, daha fazla alkış almaya başlamıştı. Kasketinde daha fazla para vardı ve kasketini doldurmak için gezen küçük bir yardımcıya sahipti artık. O gün dinlediğim hiçbir şiiri beni uzak ülkelere götürmedi. Okuduğu şiirler yabancı şairlere değil de herhangi bir günün gündüz vaktinde televizyonda görebileceğiniz fon müziği eşliğinde okunan şiirlere benziyordu. Tam bir hayal kırıklığıydı benim için. Yine de onu seyretmeye devam ettim. Bir süre daha şiirler okuduktan sonra etrafta kimse kalmadı. Yardımcısından kasketindeki son paraları getirmesini istedi. Paraları saydıktan sonra cebindeki naylon poşeti çıkardı ve özenle paraları poşete yerleştirdi. Sigarasını bu sefer konağın merdivenlerinde değil her gün gözden yittiği dar geçide doğru yürürken içti. O gittikten sonra kendimi yorgun hissettim. Ne yürümek istiyordum caddeyi ne de eve dönmek. Öylece kalakaldım yerimde. Ceketimin cebinden sigara paketini çıkardım. Üç dal sigaram vardı. Birini aldım. Pantolonumun ceplerini yokladım, ceketimin ceplerini yokladım. Hayır, yanımda çakmağım yoktu. Sigarayı alıp fırlattım, paketi buruşturup diğer tarafa attım. Kalktım eve doğru yürüdüm.

Her şeyin bir yeri vardı bu hayatta. Umudumu bir yere iliştiremedim.

Yokuştan aşağı her adım atışımda sanki görünmez bir el ışıkları tek tek söndürüyor, etrafın sesini kısıyordu.

Karanlık ve sessizlik kaldı bana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder