26 Temmuz 2013 Cuma

BİR DAĞ YAMACINDA ŞİİRİ ODAĞINDA REFİK DURBAŞ ŞİİRİ


cemil aydın


Çırak Aranıyor şairine 1979 Yeditepe Şiir Ödülü'nü getiren bir kitap. Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında kitabın ilk baskısının kısa sürede tükendiği ve kitabın eleştirmenlerce yeni kuşak şiirinin başyapıtlarından biri olarak nitelendirildiği yazıyor. Yine kitabın arka kapağında bulunan Kayhan Edip Sakarya'nın çektiği, Refik Durbaş fotoğrafına bakan, şairin Erzurumlu olduğunu rahatlıkla çıkartır diye düşünüyorum.

Kitap üç bölümden oluşuyor: Anayurdu Ölümün, Zamanı Umuda Ayarla, Terden Süzülen Rüzgar.
Anayurdu Ölümün beş şiirden oluşuyor. Kitabe şiirinde işçiler destansı bir anlatımla şiirleşiyor. Anıt şiirinden alıntılayacağım kısım şiirin konusunu sizlere sezdirecektir:

"Halkın ulusu,rüzgarın kardeşiydi onlar
Ateşin öğündüğü üç alınteri nebisi
Bir şafak vakti zulmün dehlizinde
Yiğitlik anıtını süsledi bedenleri

Biri engin denizlerle arkadaş
Biri inancın cömert definesi
Biri sabrın korkusuz aslanıydı
Onurun mescidi şimdi cesetleri."

"Ay dolandı vay deli gönlüm" diyerek "Menzil"i, "Ölüm anayurdunu arıyor hala" diyerek "Anayurt"u şiirleştirir Durbaş. Anayurdu Ölümün kısmındaki son şiir olan "Bir Dağ Yamacında" Refik Durbaş'ın ustaca kullandığı "anlatımcı şiir" tarzının en iyi örneklerinden biri.Bu şiirde bir devrimci merkeze alınarak Türkiye coğrafyası anlatılıyor. Özkırımlı'nın dediği gibi "ortak bir toplumsal durum" hakimdir Türkiye'de. Ne yaparlarsa yapsınlar sömürülen insanlar her yerde:

"...canla dölleniyor tohum
kanla sürülüyor tarla
alınteriyle biçiliyor başaklar
kuşların,ağaçların,toprağın sesini dinliyorsun
akşam,bir dağ yamacındasın, rüzgarın tükenmiş
kuşlar
ağaçlar
yıldızlar ve bütün kainat sis içinde oysa
yalnız sessizlik soluk alıyor
yaz mı bahar mı belli değil
akşam
umut da tükenmiş umutsuzluk da..."

Halk umudu da umutsuzluğu da tüketmiştir. Direnişin çetinleştiği bir durumdur bu. Umutsuzluk da hayata tutunmanın bir belirtisidir. Eğer halk umudu bir kenara koyun umutsuzluğu da yitiriyorsa uğruna savaştığı şey için ölümden bile korkmaz. Ancak hesaplaşılması gereken bir düzen vardır. Düzene karşı çıkanlar yıldırılmaya çalışılmaktadır:

"Su ağır ağır akıyor
Ses ağır ağır
Elektrik ağır ağır akıyor bedeninden
İhanet ağır ağır
Bir dağ yamacında

Bileğindeki kelepçede binlerce kuş resmi
binlerce defne dalı
duman artığı
falaka
şok"

Halk omuz omuzadır. Var olan sınıf çatışması aşikar edilmektedir. Grev ilan edilmiştir. "Alınterinin çalınmasını önlemek, en aza indirmek için başvurulan ekonomik savaşım silahı." İşte bu ansiklopedik tanım bakın nasıl şiirleşiyor:

"Birden patlıyor grev
Gece vardiyasında
Davul
Zurna
Halaylar

Birden patlıyor grev
Artık çalınmayacak alınteri
Kömür,elma,üzüm,pamuk,arpa,buğday,petrol,demir
iş gücü
el emeği"

Ölüm artık kimseyi ilgilendirmez,korkutmaz:

"Ölüm ilgilendirmiyor artık seni,işkence ilgilendirmiyor
Işıklar içinde yüzün
Yüreğinde tarifsiz bir telaş
Sabah vardiyadasın bir dokuma tezgahında
Öğle bir yürüyüştesin pankartlar afişlerle dalga dalga
Akşam nöbetini tutuyorsun bir grev çadırında onurun..."

Refik Durbaş sömürüye karşı direnişi şiirleştirirken kullandığı kelimelerle,anlatımıyla bütünlüğü sağlamayı başarabiliyor. Karanlık diyor emeği sömürenlere,düzenbazlara:

"Bir karanlık Zonguldak'ta maden ocaklarında
Alevini çalıyor kömürün
Bir karanlık Amasya'da Manisa'da
Özsuyunu çalıyor elmanın üzümün
Bir karanlık Adana'da, Aydın'da
Umudunu çalıyor pamuğun
Bir karanlık Konya ovasında, Pasin yaylasında
Bereketini çalıyor arpanın,buğdayın,yulafın
Bir karanlık Divriği'de,Raman dağlarında
Tohumunu çalıyor petrolün ve çeliğin..."

Grev,alınteri,inanç,bilinç,telaş,onur... İnsanlığın ortak değerlerinin pespaye bir düzen kurularak hiçe sayılmasına karşı direncin şiiri: Bir Dağ Yamacında. Peki şiir nasıl bitiyor. Kavgayı haklı olan mı kazanıyor. Hayır! Düzen devam ettiği müddetçe son sözü hep ateş söyler:

Ateş diyor ki:

"Kendini halkının bağımsızlık ve devrim
kavgasına adamış,antidemokratik baskı
ve uygulamalar sonucu bir yurtsever ar-
kadaşımızı daha kaybettik. Ailesine ve
tüm devrimci arkadaşlarına başsağlığı
dileriz. Cenazesi yarın..."

SAKLI GECEYE YAKLAŞIRKEN


cemil aydın

Her insanın bir ay katıldığı ruh şöleni olan mübarek Ramazan ayı bedenimizi,ruhumuzu diriltti. Ötelerin anlamıyla anlamlandık. Hal ve hareketlerimize fizikötesinin ruhuyla istikamet tutturduk. Yolu yarıladık. Şimdi Ramazan ayının son on gününe yaklaşmaktayız.Bin aydan daha hayırlı geceyi -kuvvetle muhtemel- içinde barındıran günlerin arefesindeyiz.

Saklı bir geceyi bekliyoruz. İslamiyet hiçbir kavramın,eşyanın putlaştırılmasına müsade etmemiştir. Bu yüzdendir Kadir gecesinin saklı tutulması. Müminlerin herhangi bir günü ululaştırmaması için, belkide ifrata kaçmamaları için müminlere malum olmamıştır bu gece. Tam da bu özelliği sebebiyle Karakoç'a göre diğer geceleri de bir projeksiyon gibi aydınlatmıştır Kadir Gecesi.Diğer gecelere de anlam katmıştır.

Peki mümin bu geceyi karşılarken hangi hal üzere olmalı. Şöyle ki mümin, her geceyi Kadir gecesiymişçesine ağırlamalı. Çünkü Allah bin aydan daha hayırlı bir gece buyurarak methetmiştir bu geceyi. Bin aya eşit değil,bin aydan daha hayırlı bir gece. Bu gece ki Kuran-ı Kerim'in, kıyamete kadar tüm insanlığın yol göstericisi olacak kelam-ı kebirin, indirilmeye başlandığı bir gece. Elbette mümin bu gece de uyanık olmalı. Ümmetin selameti için dua etmeli. Son on gününe girdiğimiz Ramazan ayının her gecesinde ibadetlerini daha da şevkle ve ihlasla yerine getirmelidir. Yerine getirmelidir ki bin aydan hayırlı olan,insanlığın bilgisinin dışında olan bu gecede ulaşacağı manevi mertebelerden yoksun kalmasın. Atalarımız ne güzel demişler:
" Her geleni Hızır,her geceyi Kadir bil." İşte örnek mümin profili!

Sezai Karakoç bu gece için şöyle der: "Gecelerin de bir imamı vardır. Gecelerin imamı, en büyük imam Kuran-ı Kerim'i kalbinde taşıyan Kadir gecesidir." İmam insanlara rehberlik eden kimse olduğuna göre, bu kutlu gecede indirilen Kuran-ı Kerim ilelebet müminlere rehberlik edeceğine göre Sezai Karakoç'un Kadir gecesini imam sıfatıyla sıfatlandırması ne kadar yerinde bir misal!

Sezai Karakoç: "Seni bulmak için bilen gönül çöllere bile düşmek gerekseydi düşerdi. Kutuplarda buzların altında,bin yıl, kalıp almak gerekseydi alırdı." diyor. Demek ki mümin gönlünü,idrakini bu muazzam gecenin esrarına yöneltmeli ve rabbini çokça anmalı.

"Allah'tan bir bağış gibi,Peygamber'den bir armağan gibi, Kuran'dan bir nefes gibi, sahabeden bir ses gibi, şehitlerden bir hatıra gibi, imamlardan bir ilim gibi gelen" bu geceyi karşılamaya hazır mıyız? Oruçla onarmaya çalıştığımız kalplerimizdeki tüm lekeleri alıp götürmeye vesile bu gecenin farkında mıyız? İşte müminin başını iki elinin arasına alıp düşündürecek soru!

"Kadir gecesi işte böyle bir önemli değerlendiriş gecesi,bir karar gecesi ve bir hüküm gecesidir...
 Kuran'ın öğdüğü bir gecedir Kadir gecesi.
Çünkü Kuran'ın indiği gecedir Kadir gecesi."


NOTLAR:

Samanyolunda Ziyafet,Sezai Karakoç

20 Temmuz 2013 Cumartesi

ABLUKA ALTINDA ÖZGÜRLÜK DÜŞLERİ

ELVEDA


adnan sayım


Bir çağ bir çağ, en nihayetinde
Ağzıma gül diken bir çağdan ne beklenir

Yorucu atlarla soluk soluğa atılan her adım
Nefesimle ördüğüm bu mevki
Kunduralarımın eskidiği belki

Çok konuştum haylice susmadan
Terimde kaç sipahi boğuldu
Unutmadım ne karanlığı
Ne de gövdemden yırtılan haykırışları

Bu cemaat ne yapıyor böyle
Selamlar neden hep giderayak verilmekte
Toprakla canhıraş bu cemaat bu
Bu müstehzi topluluk bu
Kalanlar gidenlere yar olmadı mı hiç

Kapılara gem vuruldu, oyalar söküldü
Kadınlar, kadınlara el konuldu
Yüzüme yüz bin asır sürüldü
Kan yaktı gün batımlarını ve gökteki şu
Güneş de uçmaz mı

Camlar, damar damar üstüme yürümekte
Kesilmiş yollar bittiğinde
Bittiğinde bu kokuşmuş rapsodi
Bu kalbe toz duman az dostlarım
Kuşatsın topuklarıyla bahtımı
Ta ki ben ezeli ebede nam kılana kadar

Beynimden yükselen bu lafazan
Çığırtmalar yığılsın üstüme
Kırdığım kafatasları kadar
Kaçınca köpüklü rüyalardan kaçınca
Ellerim bu meseli bir çırpıda irkiltsin

Meteor yangını akşamlar ve dirsek
Çarpınca demire küller yeniden alevlensin
Şimşek bir adıma denk gelen her gövdeye
Her cinayete her kündeye devrilsin
Ve şişsin billurdan hüzün kesem
Künyemde bilinmekte olanların yazıldığı kadar
Patlasın göz kapaklarım
Sanki sabaha çıkacak kadar

Elveda tunçtan diyarlar, elveda
Bir gemiden sarkıttığım nice halatlar
Evlerde kanattığım yaralarıma boş odalar
Elveda gururumdan yonttuğum boyutsuz rahatlar, elveda!

Bu şiir 2 Şubat 2013'te okumakayricaliktir.net sitesinde yayınlanmıştır.


19 Temmuz 2013 Cuma

NAMAZ VE ORUÇLA YÜKSELMEK


cemil aydın


"Oruç ve namaz aslında birer borç gibi görünüyorlarsa da,gerçekte Allah'ın insanlara armağanıdır.

Gökten gelmiş armağanlardır onlar."

Sezai Karakoç 1983 yılı Ramazan'ında Diriliş'te böyle ifade ediyor düşüncelerini.

Oruç ve namaz!

Allah'ın gönderdiği nihai dinin iki şartı.

Ama iş onları şart değil hediye görebilmekte. Şartın ağırlığını hisseden kişi nefsini devleştirmiş, bedeninin maddi beklentilerine dikkatini yoğunlaştırmıştır. Böyle bir kişi kendini ibadete zorlasa da,yapacağı ibadet sorumluluktan kurtulmak için olacağından, ibadetin hazzından nasiplenemez.

Kişi orucu "ağza vurulan fizikötesi mühür" bilse, yüzündeki cennet ışıltısını farketse hiç şartın ağırlığı altında ezilir mi?

"Acaba dünyanın hangi hazzı,hangi sevinci, orucun ve namazın getirdiği sevince denk olabilir?" diyor üstad. Orucun ve namazın sevincine hiçbir şeyi denk tutmayacak denli yükselen bir müslüman... Üstad varılması gereken yeri işaret etmiyor mu?

Orucun da Arapça "urûc" kelimesiyle ne kadar benzerlik gösterdiğini, urûc kelimesinin yüceliş,uçuş manasına geldiğini ifade eden Sezai Karakoç orucun da namaz gibi müminin miracına yol olduğunu söylüyor. "Yani insan iki kanatla miracını tamamlar;biri namaz,biri oruçtur bu kanatların."

Demek ki namaz ve oruç yükseliştir. Yaratanın misafiri olduğumuz bu dünyadan kanatlanıp ötelere yolculuğa çıkmaya vesiledir.

Namaz ve oruç daralan ufkumuzu genişletecek. Yeni kapılar açılacak önümüzde. Düşüneceğiz.

Düşündükçe berraklaşacak o kutlu zaman parçaları: Sahurlar,iftar sofraları, teravihler. Mahyalar gibi aydınlanacak ruhumuz.

Zaman billurlaşacak.

"Saniyelerimize,dakikalarımıza,ebedilik ve ezelilikten yakut damlalar" düşürecek oruç ayı. "Kendi kendinden uzaklaşan insanı kendine döndürecek."

Sezai Karakoç: "Oruç tutmayanlar,ondaki büyük ruh oluşumundan haberli olsalar, ömür boyu oruç tutmak isterlerdi." diyor.

İş zamanında haberdar olmakta.



NOTLAR

Samanyolunda Ziyafet, Sezai Karakoç, Diriliş Yayınları, 5.baskı, İstanbul, Şubat-2012




18 Temmuz 2013 Perşembe

RAMAZANI KARŞILAMA MERASİMİ


cemil aydın


Ramazan!

Kutlu ay!

Peygamberin,yerin ve göğün uğruna yaratıldığı o eşsiz sevgilinin, mucizesini gerçekleştirdiği kutlu ay göğe yükseldi.

Belli ki geldin.

Hoş geldin!

Bir misafir gibi elin dolu geldin yine.

İçimize ötelerin coşkusunu getirdin.

Dünyayı öteye yaklaştırdın.

Oruçlunun ağız kokusunu başka hiçbir kokuya değişmeyen, bu kokuyu cennet kokusundan ehven gören Allah'a şükürler olsun ki ulaştık sana bu sene de.

Buyur ey ayların sultanı!

Beni hafiflet. Bedenimin nefsi arzularla ağırlaştığı, aklımın karanlık dehlizlerde başıboş dolaştığı şu zamanda, beni onar. Ötelerin ipiyle dik ruhumun söküklerini.

Varlığınla beni yükselt.Ruhumun miracına vesile ol.

Sen ki tüm ibadetleri toplayan bir zamansın. Sen zamanı şereflendiren bir zamansın Sen ki bin aydan hayırlı bir zamanı taşırsın kucağında. Zamanımı yücelt!

Buyur ey ayların sultanı!

Dolu geldin, dilerim ki dolu gidersin. Bizden armağanlar taşırsın ötelere. Lafzullahla dolmuş salavatla mühürlenmiş armağanlar...


16 Temmuz 2013 Salı

ORUÇLA BÜYÜYEN ÇOCUKLAR


cemil aydın


Ramazan ayının gözde muhabbetlerindendir: Çocukluğumuzun Ramazanları. Bilhassa ilk oruç macerası. İlk orucun heyecanı.Hatırlayın oruçla tanıştığınız o günleri. Annenizin, babanızın gecenin bir yarısı sizi yemek yemeye kaldırdığı o günleri... İsmine sahur denilen vakti uykulu gözlerle karşıladığımız ilk gün, biraz da büyüklüğe adım attığımız ilk gün değil midir? Orucun bir kuş yakalamak kadar zor olduğunu bildiğimiz ama "Ben bugün oruç tuttum." cümlesinin gururuna susadığımız zamanlar, çocukluktan sıyrılmaya çalıştığımız zamanlar değil midir?

Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet kitabındaki Oruç ve Çocuk yazısında bu konuya eğiliyor :       "Orucun tutuluşu ona ilkin kaçtığını hatırlatır ve bundan orucun bir kuş,bir horoz veya bir güvercin olduğunu sanır." Henüz mücerret( soyut) düşünemeyen çocuğun şemaları somut plandadır. Orucu tam olarak kavrayamamıştır ancak onun belli şartlarda tutulduğunu, belli şartlarda kaçtığını sezinlemiştir. Çocuğun oruç tutmayı kuş tutmaya benzer görmesi Karakoç'a göre pek de şaşılacak bir şey değildir: "Aslında çocuk pek de yanlışlık yapmamıştır. Çünkü oruç,içimizden kafasını çıkarıp şu yokluk çöplüğünü altın tüyleriyle şereflendiren ve sonsuz üstün sesiyle yüreğin gecesini sona erdiren bir kırmızı horozdur. İnançların üstünde pırr... diye uçan bir güvercindir. Ve oruç tutmak, insan yüreğini canlı, cıvıl cıvıl sesli kuşlarla doldurmak değil midir? O kuşlar ki adeta gökyüzüyle beslenir ve gökyüzünü örtünürler."

Çocuk büyüklüğünü belgelemek ister. Bu yolda bir vasıtadır oruç. Çocuk, büyüklerinin yaptığı gibi yemek yemez,su içmez. Fakat henüz orucu tam tutamaz. Bazı günler ancak öğleye kadar tutabilir. Böyle böyle oruç tutmaya alıştırılır. Gün gelir tam manasıyla ilk orucunu tutar. Bunu başardığı gün omuzlarda taşınır, hediyelere boğulur.

Sezai Karakoç orucun çocukta dünyevi olarak algılanışını betimledikten sonra ilahi planda orucun çocuktaki tesirini şöyle betimler: "Öte yandan o, kendisinden bir süre yemek yememesini, su içmemesini isteyen bir buyruğun geldiğinin farkındadır. Bu buyruk nereden gelmektedir? Bunu düşündüğü zaman, büyük bir heyecan kaplar içini: kutsal korku,kutsal sevgi,kutsal heyecan. İşte ona o vakit, soruları hep öteye çevirdiği anda, ölümün, doğuşun ne olduğunu sormaya başladığı dönemde Allah'ı öğretirler.

Ramazan böylece çocuğun ilahi tekamülünü sağlayan bir mektep olur onun için. Her yıl onu biraz daha öteye yaklaştırır. Ötenin bakışıyla eşyayı inceleyen, ötenin bakışıyla dünyayı anlamlandıran çocuk için Ramazan ayı ona artık bir muştudur. Rabbine onu yaklaştıran Ramazan ona sevinç getirir.






9 Temmuz 2013 Salı

SABAHSIZ AKŞAMSIZ YERE SELAMLAR


cemil aydın


Kelebeğin Rüyası adlı filmiyle iki şairi tanıdı yeni jenerasyon: Muzaffer Tayyip ve Rüştü Onur. Hayatlarının baharında bu dünyadan çekip giden iki yitik şairdi onlar. Unutulup giden bu şairleri yine bir şair hatırlattı bizlere:Yılmaz Erdoğan.

Yılmaz Erdoğan'ın şairlerin ölümünden yaklaşık 70 yıl sonra gösterdiği bu vefayı zamanın edebiyatçıları göstermiş miydi? Filmi seyrettikten sonra aklıma bu soru takılmıştı. Geçen hafta aklıma takılan bu soruya bir cevap bulabildim.

Oktay Akbal'ın Konumuz Edebiyat adlı kitabını okudum. Kitapta Akbal'ın çeşitli kavramlar,yazarlar,şairler, kitaplar üzerine yazdığı denemeler bulunmakta. Kitabın ortalarında "Bir Muzaffer Tayyip Vardı" başlığını görünce heyecanlandım.

Önce bütün şairlere selam
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiç de güzel değil
Ne sabah var ne akşam

İşte bu dörtlükle başlıyordu yazı. Muzaffer Tayyip'in dizelerini görünce Oktay Akbal'ı sevmekle, onun iyi bir yazar olduğunu düşünmekte ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gördüm. Akbal, genç yaşta hayata veda eden şairleri unutmamış ve onları yad eden bir yazı kaleme almıştı. Akbal onlar için şöyle diyordu: "Muzaffer Tayyip ile Rüştü Onur şiirimizin iki yitiği. Yaşasalardı günümüz şairleri arasında baş yerleri alacaklardı."
Muzaffer Tayyip ve Rüştü Onur'un şiirlerine baktığımızda Akbal'a katılmamak elde değil. İkisi de devasız bir hastalığa,vereme, yakalanmışlar ve bu illet sebebiyle hayata gözlerini yummuşlardır. -Yaşasalardı kim bilir daha nice güzel şiirler okuyacaktık.-

Şiire getirdiği yenilikle Türk şiir anlayışını yerle bir eden, şairlerimizin de şiir ve yazılarını heyecanla takip ettikleri Orhan Veli bakın neler demiş Muzaffer Tayyip için: "Muzaffer Tayyip'in insan sesini duymak istiyorsanız Şimdilik adlı kitabını okuyun. Şiirimizin nasıl bir istidat kaydettiğini asıl o zaman anlayacaksınız."

Muzaffer Tayyip bu yazıyı kaleme aldığım 3 Temmuz 1946 günü öldü. Şimdi sabahsız akşamsız bir yerde belki de yoldaşı Rüştü Onur'la birlikte.

Yad ediyoruz. Elden başka ne gelir ki!