18 Şubat 2014 Salı

ALFABE FANZİN-EDEBİYATTA KADIN SORUŞTURMASI



cemil aydın

Edebiyat çevrelerinde kadının yeri nedir? Hayatın içinde kadının görevi mutfakta yemek yapan doğurgan olması mıdır? Tarihsel süreçte kadının edebiyattaki rolü,erkek egemenliği altında mı gölgelenmiştir? Neden adını bütün dünyaya duyuran edebiyatçıların geneli erkek? Egemen kültürde kadının edebiyatla bağı nedir? Erkek yazar,kadın okur! Ama neden?

Ben kadının başlı başına şiir olduğuna inananlardanım. Bir kadın şair olacaksa da kendine yani şiire yönelmeli. Kadınlığını hissetmeli ve şiirlerinde de kadınlığını hissettirmeli.


Edebiyatın içerisinde bir şekilde kendine yer edinmiş kadın şairlere baktığımızda şiirlerinde dünyaya erkekçe bir bakışla baktığını anlarsınız. Bu bence sorunlu bir durumdur. Şiirde erkek hakimiyeti olduğu doğrudur. İyi şiirleri çoğu kez erkekler yazar, doğrudur. Ancak bu erkek egemen şiirin ürettiğini taklit ederek kendine yer açan kadın şair, sorun zincirine bir halka daha eklemekten başka bir şey yapmamış olur.


(Alfabe Fanzin'in Ocak 2014'te çıkan 7.sayısında yer alan "Edebiyatta Kadın" soruşturmasına verdiğim cevap metnidir)

16 Şubat 2014 Pazar

EŞYAYA HAYAT VEREN ŞAİR: SEDAT UMRAN


 cemil aydın


Sedat Umran Ay Vakti aracılığıyla haberdar olduğum bir şair. Maalesef ölümünden sonra tanıdığım Sedat Umran için Ay Vakti’ndeki yazıları dikkatle okudum. Ömrünün son yıllarını, huzurevinde geçiren şairin hayat öyküsü ilgimi çekmişti. Bir şairin ömrünün son yıllarını insanlardan uzakta, yalnızlık içerisinde tüketmesi vicdanımı yaralamıştı.

Sedat Umran’ın eşyalara ruh veren şiirlerinden bazı örnekleri okuyunca kitaplarını okumak için kendime söz vermiştim. Bu sözümü yaklaşık 6 ay sonra tuttum. Erzurum ziyaretimde şairin Akşam Şiirleri ve Akşamın Kaması adlı şiir kitaplarını aldım.

Şiirlerini kafiyeli ve hece ölçülü yazan şair, kullandığı imgelerle duyarlılığıyla A.Haşim şiirlerini akla getiriyor. Akşam üzerine yazdığı şiirlerini topladığı Akşam Şiirleri kitabında bunu rahatlıkla fark edebiliyoruz.

Şiirlerinde günlük hayatımızda kullandığımız eşyaları rahatlıkla kullanan şair, duygularını somut bir dille ifade eder. Onun şiirleri anlaşılırdır. Şiirde söylemek istediğini açıkça söylemek isteyen bir tavrı benimser. Şaire göre şiir günlük hayattadır. Basit gördüğümüz işlerimizde, eşyalarımızdadır.

Elmayı, armudu, pergeli, mandalı, karpuzu(çekirdeğiyle birlikte),dişi, uçamayan uçakları, uçan sandalyeleri, şemsiyeyi, yarasaları, tavus kuşunu, topal böceği, sarmaşıkları, hoparlörü, yumağı, makarayı, süpürge ve faraşı, balgamı şiirlerinde kullanmış bir şairdir Sedat Umran.

Sedat Umran doğayla, eşyayla bütünleşen bir şairdir. Eşyanın bir ruhu olduğuna inanır. Onların da insanlar gibi dertlerinin olduğunu anlatır şiirlerinde.

Umran Masa adlı şiirinde şöyle der:

Canı sıkılır elbet, hep ayakta durmaktan
Böylesi daha iyi boyuna oturmaktan.”

Masanın can sıkıntısını hisseden Umran, dizelerin devamında masayı teselli etmekten geri durmuyor.
Masadan bahseden şair iskemleden bahsetmezse olmaz:

“Masanın çevresinde atsaydı bir tur
Uyuşukluğundan sıyrılırdı iskemle

Yorulmaz mı hep ayakta durmaktan
Keşke çömelebilseydi iskemle.”

İskemlenin de ayakta yorulacağını düşünüyor Umran. İskemlenin tabiatı gereği yapamayacaklarına üzülüyor.
Sedat Umran mandala övgüler düzen bir şairdir:

“Sen ey cambazlar cambazı
Bücür mandal
Sarkıt bacaklarını
Asılı kal!

Sana tehlikelerle
Oynamak yaraşır
Canı acısa da sesini çıkarmaz
Isırdığın çamaşır.”

Eşyaların derdiyle dertlenen bir şair hayvanları düşünmeden durur mu? Bakın Topal Böcek şiirinde Umran neler diyor:

“Kırık bacağınla topallıyorsun
Aklına gelir miydi bir şair sorsun

Kim seni böyle sakat bırakan
Alçıya alırdım bacağını bulaydım imkân

Bacakların upuzun ama ipince
Sevinmez misin bir şair seni sevince!”

N.Sami Banarlı’nın Sedat Umran şiiri üzerine değerlendirmesini Akşam Şiirleri kitabının son sayfasında okudum:

“Eşyaya hayat veren, dışımızdaki varlıkları içimizdeki alemde duyan, düşünen, sevinen veya ıstırap çeken birer canlı mahlûk halinde bir defa daha yaratmak sizin şiir anlayışınızın ruhunu teşkil ediyor.”

Banarlı bu övgüyü yapmaklar birlikte - o zaman için(1948)- Umran’ın şiirlerinde ses unsurunun bir parça ihmal edildiğini söylüyor.

Banarlı’nın bu tespitinin izlerini bazı şiirlerde görüyoruz. Şiiri tıkayan aliterasyonlar, kâfiye kaygısıyla kullanılan yersiz kelimeler Umran’ın şiirinin aksayan yönü.

Sandık şiirindeki iki dizeden yola çıkalım:

“Onlar irili ufaklı hayal bohçaları
Bazısı sapasağlam, eskimiş çokçaları.”

İkinci dizede kullanılan “çokçaları” kelimesi kafiye kaygısıyla kullanılmış. Çoğulluk anlamı veren bir kelimeye çoğul eki ekleyerek anlamsız bir kelime oluşturmuş. Bu anlamsızlığı göz ününe almayıp sadece kelimeyi bir kere seslice tekrar etmemiz kelimenin şiirsellikten uzaklığını görmemize yetecektir.
Esinti şiirinde de kafiye kaygısıyla şiirin akışkanlığını bozuyor Umran:

“Gezinir bir esintinin
O görünmez parmakları
Saçlarının arasında

Bulabilecek mi bakalım
İstediği kadar arasın da?”

“arasında” kelimesiyle oluşturulmak istenen kafiye şiirselliği bozuyor. Okuyucuyu şiirden uzaklaştırıyor.

Genel olarak baktığımızda Sedat Umran şiiri günlük hayatla iç içe, eşyayla ve doğayla barışık bir şiir. Çoğu şairden farklı olarak eşyaları ilginç bağlamlarda şiirinde kullanan bir şair. Bu özelliğiyle kendine ayrı bir yer edindiği muhakkak. Ancak salt bu farklılığın Umran’ın şiirini geleceğe taşıyacağını düşünmüyorum. 

14 Şubat 2014 Cuma

KUTLAMA VESİLESİYLE ÖYKÜMÜZÜN AHVALİ ÜZERİNE BİR DEĞİNİ



cemil aydın


Anma ve kutlama vesilesiyle hatırlanan birçok gün var takvim yapraklarında. Bunlardan bir kısmı unutuluyor, bir kısmı yüzeysel bir şekilde ele alınıyor, çok az bir kısmı ise hakkı verilerek kutlanıyor.

Öykünün yaygınlaştırılmasına ve edebiyattaki yerinin daha iyi tahlil edilebilmesine ortam oluşturduğundan, şu zamana kadar öykü için emek verenlerin hatırlanmasına sebep olmasından dolayı bu gün hatırlanmaya değer bir gün:

14 Şubat Dünya Öykü Günü!

Öykü, son zamanlarda edebiyatın içinde oldukça parlayan bir tür. Romanın gölgesinde kalmanın şikâyetiyle yakınan öykü severler artık biraz daha rahat olmalı. Öykülerin varlık alanı edebiyat dergileriyle sınırlıyken, artık öykü kitapları birbiri ardına basılıyor ve kitapçılardaki yerini alıyor. Öyküye göre daha bütüncül olan, 90’lardan sonra piyasanın edebiyatı sermayeleştirmesiyle daha kolay servis edilebilir bir tür olarak roman her ne kadar ön planda olsa da son zamanlarda türler arası geçişkenliğin artmasıyla öykü daha ön planda. Giderek daha da önem kazanacağına inanıyorum.

Genelde bireyselliğin ön planda tutulduğu edebiyatımızda; siyasal, toplumsal ve ekonomik koşulların etkisindeki yazarlar yeni biçim arayışlarına yöneldi. Dil; kapitalizmin etkisiyle reklama bulandı, slogana yaslandı, küresel piyasanın etkisine açıldı. Piyasanın kendi değerleriyle yeniden organize ettiği edebiyatımızda anlam taşıyıcısı olarak dil, yazarın iç dünyasını yansıtmada yetersiz kaldı; posası çıkmış bir dille oluşturulan metin, bir kapan gibi yazarını tuzağa düşürdü. İnsan ve dil arasındaki bu modern ilişki öykünün istikametini böylece değiştirdi.

Öykü bu durum içerisinde deneysel girişimlerle ilerlemeye çalıştı. Her yazma sürecinde yazar öyküyü yeniden yarattı. Bu tutum öykünün alanının genişlemesine ve öykü türünü deneyenlerin sayısının artmasına neden oldu. Peki, bu nicel artış öyküyü nereye götürür?

Eğer öykücü kadim görevine uygun olarak zamanın tanıklığını bireyler üzerinden gerçekleştirir bireyi ferahlatırsa öykü daha iyi yerlere gelebilir. Buna mukabil yazılan deneysel metinler gelenekten kopuk, zamanın ruhundan uzak,  ferdi sızlanmalarla doldurulmuş metinlere evrilirse öykü için tehlike çanları çalmış olur. Son zamanlarda artan hareketliliği de saman alevi olarak adlandırmakla iktifa etmiş oluruz.

Deneysel girişimlerin öykü açısından bir riski de “türler arası geçişkenlik”.  Derinlikli anlatımdan uzak ferdi sızlanmaların öykü olarak kabul edilmesi edebi bir risktir. Çoğu vakit yazarın bile herhangi bir türe yerleştiremediği metinler kabaca düzyazı ya da anlatı olarak kabul ediliyor. En temel yaklaşımla edebiyatı duygu ve düşüncelerin belirli bir sistemle okuyucuya aktarma olarak tanımladığımızda türler elbette sonradan belirlenen sistemli ayrışmalardır. Adı ne olursa olsun mühim olanın okuru ya da kitleyi yönlendiren yığının beğenisinde saklı olduğunu düşünerek öykünün anlatıya ya da düzyazıya evrimi doğal kabul edilebilir. Ancak okunurluğu artırmanın hevesi öykünün özüne ve biçimine zarar vermektedir.

Öykü özünde anlatmaya dayalı bir türdür. İnsan hayatının başlangıcına döndüğümüzde Hz. Adem ile Hz. Havva’nın dünyada cennet hayatını anlattıklarını görürüz. Onlar da yaşanılan geçmişe özlem vardı. Geçmişi bugüne getirme hevesiyle anlattılar. İnsanoğlunun anlatma isteği bir sürgünle başlamış oldu böylece. Adem ve Havva anlattıkları öykünün kahramanlarıydılar. Bir dertleri vardı ve bu dertlerini anlatıyorlardı. Öykü tüm türlerde olduğu gibi anlatılacak bir derdin varlığıyla oluşur. Gerçek ya da gerçeküstü kurgusuyla anlatılanlar hakikatin bir damarına ilişir ve topluma şifa olur. Öyküde anlatılanlarla hakikat arasında sağlam bir köprünün olduğunu söyleyebiliriz. Yaşanılan anın ya da geçmişte yaşanmış bir anın şimdiye getirilişinde bir vasıta olan öykü insanlara yol açar. Ferdin ve ileri safhada toplumun düşünsel terakkisine katkıda bulunur.

Öykünün işlevini düşündüğümüzde son zamanlardaki deneysel girişimlerin bu işlevle ne kadar uyuştuğunun tartışılması gereken bir mevzu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Anlattığına değil daha çok nasıl anlattığına önem veren yazarların elinde öykü ne hale gelmiştir? Öykünün orta yerinde soluğu kesilen zayıf kahramanların okuyucuya katkısı ne olabilir?

Soruların sayısını artırabiliriz. Elbette vereceğimiz cevapların daha da nitelikli olmasının şartı soruların fazlalaşmasıdır. Bu yazı da bazı soruların muhataplarına iletilmesine ve yeni soruların sorulmasına vesile olması için yazıldı.

Umarım 14 Şubat Dünya Öykü günü plaketlerin bolca dağıtıldığı sıradan törenlerle,  resmi konuşmalarla geçiştirilmez. Özgün fikirlerin ortaya çıkmasına, öykünün yakın geçmişinin mercek altına alınmasına, soruşturmaların yapılmasına vesile olur.