20 Mart 2015 Cuma

SENİ ÇOK SEVİYORUM



cemil aydın


Yalan söylemiştim. Aslında yalan söylemek aklımın ucundan geçmemişti. Bir anda göğsümden kulaklarıma doğru bir sızı yayılmış, heyecandan dudaklarım titremiş, gözlerim beynimin emrinden çıkmıştı.( Yalan hesaba gelir bi şey miydi?) O an aklıma üşüşen harfleri sabah içtimasına yetişmeye çalışan askerler gibi gürültüyle, telaşla koşturmuş her asker nasıl onca kişinin arasından kimseye çarpmadan, takılmadan sırasına geçiyorsa her harf aynı şekilde kusursuzca yerine yerleşmişti. Bu kurulu düzenin bir komutanı olmalıydı elbette. Düşündüm. Ne zaman hizaya soktum ben bunca kelimeyi, bunca düşünceyi. Yalan aklımın ucuna geldiğinde… Nasıl oldu da çıkabildim bu karmaşadan. Kendini yalan söylemeye hazırlıklı tutan herkes usta bir yalancı olma yolunda önemli bir adım atmış sayılır. Benim farkında olmadığım ama durup düşündüğümde aklıma gelen ilk cevap bu. Doğruluğuna da inanıyorum şu an için. Ama olur da bunun aksini ispat ederse bir insanoğlu sanki bu düşünce aklımın ucundan hiç geçmemiş gibi davranırım. Bu manevra kabiliyetini tabii görmem yalansız bir hayatı benden uzak tutuyor. Yalansız bir hayat beni memnun eder mi?  Düşünüyorum ilk ne zaman yalan söyledim acaba? Mutlak bir zaman belirmiyor zihnimde. Yalansız bir hayatı yaşadıysam da bu hayata dair hafızamda bir iz yok. Kendimi bilmediğim, annemin babamın kucağından inmediğim zamanları nasıl hatırlayabilirim ki?

Küçükken anne baba sevgisinden mahrum olanların kötücül duygulara yatkın olabileceğini söylemişti televizyona çıkan bir doktor. Bundan mıydı? Çocuk öpülecek, yanakları sıkılacak sırtı sıvazlanacak ki kıymetli olduğu bilinsin. Sahi benim en son ne zaman sırtım sıvazlandı? Hatırlamıyorum. Olsa olsa anne ya da babam ağladığım gecelerde gazımı çıkarmam için okşamıştır sırtımı. Belki beni rahatlatmak için yapsalar da asıl maksatları uykularını bölen sesimin kesilmesiydi.

Hayatta elde edemediklerine takılı kalan birey, hırslanır. Kaçırdıklarını, kendinde olması gerektiğini düşündüklerini kazanmak ister. Bu yolda onun için her şey mubahtır. Başkalarının canını acıtır, yalan söyler, mazluma acımaz…

Düşünüyorum da hayatta elde edebildiğim ne varsa söylediğim yalanlara borçluyum. Hayatta elde edemediğim bazı şeylerin olduğunu bana fark ettiren etrafımdaki hırslı insanlar olmuştur. Menfaati için tüm değerleri alt üst eden; paylaşmak, başkasının derdiyle dertlenmek gibi bir çabası olmadığından sevgisini betona gömmüş bu insanların tokatları beni kendime getirdi. Çocukluktan sıyrılıp da para kazanmanın zamanı gelince nasıl tokat atılacağını iyi biliyordum! Yalan, insanlara yıkıcı bir tokat atmanın tatmin edici bir yoluydu.

Söylediğim yalan beni tatmin etti mi etmedi bilemiyorum. Henüz bunu ayırt edebilecek duygusal olgunluğa erişmediğimi itiraf etmeliyim. Ancak yalanın bende uyandırdığı – mutlaka şeytani- heyecan onun büyülü cazibesindendi. İçimde bir yerlerde dayanılmaz bir heves… Sanki kalbimden dörtnala atlar şahlanıyor, beynime doğru tozu dumana katarak ilerliyor.

Atların kalbimden tozu dumana katarak şahlandığı bir andı.

Yalan söylemiştim: Seni çok seviyorum.

Ne okuduğum romanlardaki ne de filmlerde seyrettiğim o mutlu anlara benzer bir aşktı yaşadığım. Nasıl olması gerektiğini bilmediğim, neler hissedeceğimi bilmediğim bir serüvenin ortasında buldum kendimi. Bir yol vardı ve epey ilerlediğimi düşünüyordum bu yolda. Söylenmesi gereken bir şey vardı ve bir çırpıda söyleyiverdim: Seni çok seviyorum.

Duymamıştı. Nasıl olur da duymazdı söylediklerimi. Gözlerinde en ufak bir kıpırtı yoktu. Bu nasıl bir kız? Seviyorum, dedim be! İnsan elini kolunu nereye koyacağını şaşırır, ne bileyim çığlık atar,ağlar,sarılır,bir şeyler söyler. Niye böyle put gibi duruyordu?

Kadın öylece duruyordu masada, gözleri göl durgunluğu… Elleri kırık bir dal gibi sarkıyordu masanın üzerinde, dudakları çorak bir dağ. Taş gibi sert, zamanı sindirmiş bir vücut, öylece kalakalmıştı.

Seni çok seviyorum!


19 Mart 2015 Perşembe

DENİZE KARIŞMAYAN IRMAK



cemil aydın


Uyku geceye mi aittir? Eğer öyleyse uykumun geceyle rastlaştığı zaman hatırlayamayacağım kadar uzak olduğundan bir yönden daha dünyayla uyumsuz olduğumu kanıtlamış olurum.

“Ah, bu çocuğun ne alıp veremediği var kendisiyle anlamıyorum. Dalıp gidiyor kendine. Her gün tekrarladığı bir oyunu var. Ellerine bakıyor, avucunun çizgilerine. Tırnaklarıyla avucundaki çizgileri adeta oyuyor sonra yavaşça çizginin dışına taşmadan yürütüyor tırnaklarını. Görsen sanki tırnakları bir kayık, avucunun çizgileri coşkun bir ırmak. Ne var ki çocuğum düşlerinde bile yalpalıyor. Tırnaklarını avucunun çizgisinin bitimine doğru iyice bastırıyor, acısından kızaran avucu acıya dayanamayınca elleri iki yana düşüyor ve bitkin bir şekilde kalıyor oturduğu yerde.  Kayık, ırmağın sonunu göremiyor. Hiçbir şeyin sonunu görmeye hevesi olmayan, kırılmış bir çocuk. Allah’ım ne acı!”

Sabahları neşeleniyorum. Neşem üzerimde gülünç duran bir elbise gibi bir an evvel çıkartıyorum telaşla. Sonra beni sıkan, bunaltan yine de devamlılığıyla alışageldiğim düzenimi sarsmayan bir gariplik çöküyor üstüme. -Gariplik. İfade edemediğim her ne varsa sığdırdığım kof bir kelime. İçi saman dolu bir korkuluk.- Öğle sonraları, geceleri karanlığa açılan gözlerimle uyur uyanık gördüğüm rüyaların devamı oluyor.Yine de bir ölüm güzelliğiyle gelen neşeme tercih ederim.  Sahi siz ölüm güzelliğine bürünmüş birini gördünüz mü? Ben gördüm. Dedemi. Aralıksız bir ay yatağından kalkamayan dedemi bir amcamdan diğer amcama götürecekleri bir sabah vakti dedem herkesin şaşkın bakışları arasında desteksiz kalktı yerinden. Oysa külçe gibi yığılan dedemi içine yerleştirip taşımaları için yengem battaniye alıp gelmişti odasından. İlaçların etkisiyle kekeleyerek konuşan dedem anlaşılır anlaşılmaz bir şeyler söyledi. Amcamlar koluna girdi dedemin. Evin kapısına kadar itiraz etmedi sonra kollarıyla itti onları, ayakkabılarını kendi giydi. Yavaşça ama kendine güvenerek yürümeye başladı. Yüzümüz gülmüştü bir an. Apartmanın girişine kadar sorunsuz yürüyen dedem, sokağa açılan merdivenlerin başında durdu, kafasını havaya kaldırdı, dertli bir nefes aldı ve yüzüstü düştü. Ölmüştü dedem. Yüzünde baharın ilk güneşinin tadını çıkarmaya çıkan çocuk sevinci vardı. Başka kim görmüştü bu hali?

Dedesi öldüğünden beri kendisine gelemedi. Ben sana dedim, memlekete gönderelim bu çocuğu diye. Gece sayıklayıp duruyor. Yatağında dedesini yatırdık senin yüzünden. Neymiş babamı misafir odasına yatırırsak koltuklar, halılar kirlenirmiş; misafirleri nerede karşılarmışız. Kaynanam erken öldü diye üzülmeyeyim bari. Senede bir kere gelecek misafir yüzünden çocuğun psikolojisi bozuldu. Gücüm kalmadı artık hiçbir şeye. Ne yapacağız?

Anlamsız bir ölçüyle yükselen apartmanlardan başka bir şey yok etrafta. Kendimizle amansız bir savaşı başlatıyor bu evler. Farkında mısınız, yeniliyoruz her gün? Balkonlar nasıl da dalga geçiyor bizle. Yenildikçe uzaklaşan bizlerin arasındaki mesafeyi koruyarak, başkalarının yüzlerine sinmiş acılarımızı, aleladebakışları, mahremiyetimizi seyir fırsatı sunan balkonlar… Çıkın seyredin. Ne bekleyebilirim ki sizden, ne vaat edebilirsiniz bana? Uykusuz yüzümü, uyuşmuşkollarımı, baştan ayağa acılarımı teşhir ediyorum. Seyredin.

Bütün gün balkonda oturuyor. Yat, dinlen diyorum. Üşüteceksin, hastaolacaksın, kendine dikkat et diyorum. Dinleyen kim? Arada bir mutfağa girip ekmek rendeliyor. Alıyor kırıntıları çatıya, cam önlerine serpiyor, mahallenin güvercinlerini topluyor çatımıza. Her gün bıktım camları silmekten. Her taraf kuş pisliği.

Kuşlar her zamankinden daha renksiz. Buna biz sebep olduk, hiç olmadığı kadar eminim artık. Fabrikapislikleriyle kurumuş dereler, üstlerine kapanan yalıtımlı camlar, led ışıklarla aydınlatılmış yapay ağaçlarla dolu belediye parkları, soluk bir gökyüzü bıraktık onlara. Güvercinler nasıl beyaz kalabilir ki? Bilseniz ne kadar acıyorum onlara. Bunları düşünemeyecek kadar meşgulsünüz.Bu meşguliyet sizi ne kadar mutlu ediyor? Ancak seyredin siz! Utanıyorum sizlerle yaşamaktan.

Tutup bir yere de götüremiyorum. Azıcık insan içine karışsa fena olmaz mı? Kafası dağılır hani. Belki de derdinin merhemi bu.  İstemiyorum, diyor. Ben bayılıyor muyum arkamdan atıp tutan komşulara, samimiyetsiz akrabalara?Her şeyi dört dörtlük istersen kim kalır etrafında? Görmezden geleceksin bazı şeyleri, değil mi? İnsan insana muhtaç işte.  Anlatıyorum tüm bunları ama bana ifadesiz bir şekilde bakıyor. Ağzımdan çıkan her kelimeyi anında buharlaştıran sessiz bir öfkesi var. Bu öfkesi yiyip bitirecek onu, korkuyorum.

Gündüzün, gecenin; sıcağın, soğuğun; güzelliğin, çirkinliğin; iyinin, kötünün ne anlamı olabilir ki insanlardan ümidi kesmişken.

Her şeyi unutup sizden umutlandığım her an için pişmanım. Dalgınlığıma verin.


13 Mart 2015 Cuma

TÜRKİYE’NİN ESKİDİĞİ GÜN


cemil aydın


Dedemin öldüğü gündü
Türkiye’nin eskidiği gün
Bir perde çektiler gözlerime
Zamana,gayba ve ölüme
Tanık ettiler beni
Şahadetle mühürlediğinde dedem dilini
Şükrettim cennetin sahibine

Bir bir eksildiler yanımdan sevdiklerim
Şair sözüyle gecenin bir vakti tutup elimden
Kalk diyenim kalmadı
Allah’ım ne güzeldi yalnızlığın
Yalnızlığıma ilaç oluyordu

Acıtıyor kalbimi kaderim
Kaç kişinin derdini yüklendim bilmiyorum
Bakma bana şikayetçi değilim
Alçak dünyanın oyunlarından
Ne kadar söylensem de
Olamıyorum onsuz

Ey kader,Hızır’ım oldun
Ben sustum Musa misali



7 Mart 2015 Cumartesi

MİRAS PAYI


cemil aydın


Vicdan yorar, bilirim
Ve yorgunluktur bana kalacak olan
Bu sürgün yerinde

Merhamet ettim Tanrım, sen yardım et
Yürekten söylüyorum, şahidim ol
Merhametim kendime doğrulttuğum bir silahsa bu çağda
Göreceksin, vuracağım kendimi hiç beklemeden.

Evet, cesur ve adaletsizim
Acımızı pay ettim herkese
Çoğunu kendime ayırdım.