18 Haziran 2013 Salı

CAMİ DUVARINA İŞERKEN TÖVBE ÜSTÜNE TÖVBE EDEN GÜNÜMÜZ MUHAFAZAKÂR(!) TÜRK ŞİİRİ ÜZERİNE

adnan sayım


Geçenlerde Hakan Arslanbezer’in 2010 yılı bünyesindeki yayınlardan derlediği şiirlerden oluşan Türk Şiiri 2010 adlı kitabını okudum. Gerçekten titiz bir çalışma doğrusu. Hakkını vermek lazım. Dipte köşede bir şair bırakmamış Hakan Bey. Bu yönüyle eser takdire şayan. 2010 yılında çıkan hemen hemen bütün dergileri, kitapları taramış Hakan Bey ve çeşitli adlandırmalarla günümüz şairlerini sınıflandırmış. Edebiyat camiası adına her daim elzem bir ihtiyaçtır şimdiki zamanın nabzını tutmak. O da az çok bunu başarabilmiş. Bu seçkiye aldığı şairlerin poetik haritasını çıkarırken ayrıca her şairden 2010 yılı içerisinde yayınlanan en göze batan şiirlerini toplamış. Mesele buraya kadar bilgi verici ve güzel. Ama bu eserin benim üzerimdeki etkisi şaşırtıcı derecede yüksek oldu. Her şeyden önce bir şiir okuru olmam, yaşadığım dönem adına birtakım estetik ölçütlerimin olmasını, hele hele şiir hakkında keskin bir bakış açısına sahip olmamı gerektiriyor. Bu anlamda yazının en sonunda örneklerini bulabileceğiniz  şair! ve şiirlerin! bir muhasebesini yapmayı şiirimiz adına mutlak ve mutlak kaçınılmaz olarak görüyorum.

Şiir okuma serüvenimin başlangıç döneminde bir Orhan Veli bağımlılığı nüksetmişti bende. Gece gündüz onun şiirlerini okur ve kendisini örnek alırdım. Onun sözcükleriyle, dizeleriyle hayatı anlamlandırmaya çalışırdım. Belki de şiir yazmaya yeltenmem onun yüzündendir kim bilir. Son derece basit ve hep çocukça bir muzırlıkla yazılan bu şiirler bana şiir yazmanın şair olmanın hiç de zor olmadığını söylüyordu sanki. Orhan Veli’nin kendinden öncekilerin aksine ilk defa sokağa inmiş olması, bir nasırdan bahsetmesi çok ilgimi çekiyordu. Daha doğrusu kendime veya etrafımda yaşayan hepsi benim gibi dar bir dünyada yaşayan ortalama vatandaşlara yakın buluyordum onun şiirlerini. Orhan Veli’nin ironik ve keskin bir mizahı olması da bu ilgimi daha da samimileştiriyordu. Evet, şiir okuma ve yazmaya yeltenme serüvenim böyle başlamıştı. Daha sonra gençlik kanı damarlarımda daha hızlı ve daha basınçlı akmaya başlayınca daha sivrildim, hayata karşı daha çok öfke duymaya başladım. Bu sefer şiirde kavgacı, öfkeci, hırçın dizeler bulmaya çalıştım. Ahmed Arif çıktı karşıma bu yıllarda. Onun o yıkıcı, zulme boyun eğmeyen, baskılara karşı başını dik tutabilen mısraları sebepsiz gençlik öfkelerimi bir nebze olsun yatıştırabiliyordu. Ve hala şiir yazıyordum. İlk yazdığım şiirlerin Orhan Veli ile başlangıcı, daha sonra Ahmed Arif’le tanışması, yazdıklarımın birbirinden uzak ama ideolojik temelde aynı düzlemde duran bu iki şairle harmanlanması epey marjinal bir şiir anlayışımın oluşmasına neden olmuştu. Tabi aradan birkaç yıl daha geçince hem şiir okumalarım, hem de şiir üzerine kuramsal araştırmalarım yoğunlaştıkça hem yabancı şiirler (özellikle Fransız) hem de Türk şiirleri üzerine bilgi ve birikimim arttı. Bunun sonucunda da şiir adına kendimi kendime karşı bir şiir esteti olarak ilan ettim. Bu düşünce de beni bir zamanlar edebiyatımızda bir hayli eleştirilen “Sanat, sanat içindir.” anlayışında karar kılma yönünde cesaretlendirdi. Kuşkusuz bu anlayış beni (1980 sonrası apolitize edilmiş bir kuşağın bir bireyi olarak) toplumsal dönüşüm ve evrilmelerden uzak tuttu. Hal böyle olunca da şiire bakış açım, onun beni her türlü ideolojik bağlamdan sıyrılıp sadece bir sanat ürünü olması gerektiği yönünde bir düşünceye sevk etti. Yani benim için artık şiir denince aklıma bütün pisliklerden ( siyaset, magazin, savaş, arabesk, ülkü, hedef, vizyon, ekonomi vs…) arındırılmış bir öz geliyordu.

İşte şuan bu öze ilişkin ilk intibalarımla şimdiki intibalarım arasında çok büyük bir fark olduğunu söylemeliyim. Lafı bu kadar uzatmamın sebebi her şeyden önce iyi bir şiir okuru  (iyi şiirler okuma hakkımın üzerinde ipoteksiz bir düşünce olduğunu ispatlamış biri) olarak yukarıya aldığım şair! ve şiirler! hakkında düşüncelerimi bu doğrultuda belirtmek istiyorum.

Günümüzde genel geçer şiir akımlarına bakarsak bunlar içerisinde kendini sağ tebaadan duyuran bir cenahın çok güçlü bir lobiye sahip olduğunu ve bunların şiir vitrini açısından en ön sırada en şatafatlı giysilerle kendilerini sergilediklerini söylemek lazım. Bunlara önderlik eden son dönemin en güçlü, en otorite şairler İsmet Özel veya Sezai Karakoç olduğunu söyleyemem. Ama bahsetmekte olduğum şairlerin bu büyük şairlerin yaptıklarını yapamamak ve bu hırstan dolayı farklı bir yola sahip siyasi referanslı bir yola sapıp abuk bir şiirsel atmosfer yarattıklarını söyleyebilirim. Bunların başını çeken Şimdilerde İtibar dergisini çıkaran İbrahim Tenekeci ve son dönemde sağ otoritelerin büyük umut besledikleri fakat bu umudu piyasa koşullarına kurban edip, hedonist aforizmalarla edebi perspektifini oluşturan Murat Menteş(Ki şairliği! de var) çekiyor kuşkusuz. Ama bu iki ismin, kendilerini örnek alan şairler üzerindeki etkisi o kadar belirgin değil. Bu üstadlar! yazdıkları bir şeyde ayrıksı bir noktayı belirtirken, kendilerini takip eden diğer şaircikler! hemen o noktanın en ucuna gidip oradan el sallamaya çalışıyorlar bize.

Şiirimizde böylesine absürd bir akımın peydahlanması beni çok şaşırtıyor doğrusu. Hele hele bu güruhun yazmış oldukları şiirlerdeki siyasi paradokslar ve içten içe şer’i hükümleri şeffaflaştırıp postmodern bir hezeyanla imgeleştirmeleri bu şaşkınlığımı daha da pekiştiriyor. Yazdıkları şiirlerde öne sürdükleri ironik olmaya dayalı tavır (Ki becerseler gam yemem) Türk şiiri adına tam bir rezalettir bana kalırsa. Dini sembolleri kendi kıytırık ve donanımsız bakış açılarıyla anlatmaya çalışan bu güruha mensup kişiler, seyrini bulamamış ve sürüklenmeye mahkum bir geminin şuursuz mürettebatıdır kanımca. Daha sağın ve solun ne olduğunu bilmeyen, Marks’ı, Malcolm X’i vs… aksiyonerleri adamakıllı tahlil edemeyen bu şahıslar şiirimiz adına nasıl (ve neden) bir boşluğu doldurabilir?

Allah kelimesini diline dolayan bu müsveddeler ne yapmaya çalışıyor?

Her birinin yazdıklarına bakın, bir dergide katı bir şeriatçı, başka bir dergide Şeriatla hemhal olup ta dünya nimetlerinden gözünü alamayan, nefsinin dizginlerini tutmak için işlediği günaha Allah’ı şahit tutan ve tam o günahı işlerken Allah’ı karşısına alıp adeta evin şımarık çocuğu edasıyla ondan mağfiret dileyen ikiyüzlü bir insan mizacını göreceksiniz.

Evet sorsanız hepsinin dini ilimlere, âlimlere veya dindar siyasilere dair söyleyecekleri bir sürü söz vardır. Namaz kılarlar, oruç tutarlar kısacası dini akidelerini yerine getirirler her birisi. Ama bütün bunları o aciz nefislerini gizlemek için bir bahane veyahut yazdıkları şiirler için bir malzeme olarak görmekten de geri durmazlar.

Sağ literatüre ne kadar yakın gözükseler de hepsinin amacı sağdaki solcu olmaktır aslında. Bir nevi çağın vicdanı. Veya günümüz imgelemiyle bir Mevlevi. Ama bunu da beceremezler. Bilmezler çünkü sağcılık neyi gerektirir solculuk neyi. Okumazlar ve sadece o fetişleştirdikleri çay içme ayinlerinde duymuşlardır kendileriyle yapılan röportajlarda bahsettikleri âlimleri. Sosyalist Müslüman’dır hepsi. Bir zamanlar solcuların kalesi olan ama edebi anlamda hep ölü çocuklar doğuran sol tandanslı toplumsal gerçekçiliği günümüzde uygulama çalışıyorlar. Tabi ki akılları sıra bunu (nasıl yapacaklarsa) dini referans alarak yapmaya çalışıyorlar. Bahsettiğim akımın solcu temsilcileri birer birer edebiyatımızdan el etek çekme konusunda bir hayli acele etme zekâsını gösterebilmişlerdi. Ama bu dinci tayfanın böyle bir manevrayı akıl edebilecek bir becerisi olduğunu zannetmiyorum şuan için.

Evet, şiir söylemek için mi yazılır? Yoksa okunmak için mi? diye bir soru sorsam size ne cevap verirsiniz? Şahsen ben ikincisini tercih ederim. Bu yüzden böylesine bir yazı yazma ihtiyacını kendimde hissettim. Bir zamanlar Orhan Veli-Ahmed Arif çizgisinden gelip de daha sonra şiirdeki ironinin en cıvık halini, toplumsal gerçekçiliğin o fütursuz heybetlenmelerini az çok bilen birisi olarak bütün bunları yazdım. Ne düşüneceğiniz ;aşağıda örneklerini göreceğininz şair ve şiirlerle size kalmış.

Ezan seslerine tramvay duraklarına kırmızı dudaklarına
Karışır aklım alnım kırışır çizgilerle ağaçlar.
Bir gök tanrı heybetiyle ağzımı bozuyorum”
Abdüssamed Bilgili

Hatun sen benim vatanımsın ezan da okunuyor bak
Bak bu benden terleyen Türkiye’dir.”
Bankalar çoğaldıkça namazlar kaza.
Ali Celep

Bu nedenle bu his bulutsusunu dağıttığımızda geriye hiçbir şey.
Kalmadı demek aslında Allah yoktur demek anlamına da geliyor.
Allah yoktur.
Allah var mıdır (Doğru soru bu değil).
Doğru soru nedir(Doğru soru bu değil).
Peki, “Allah yoktur” demek her şeyi çözer mi (Doğru soru bu değil)
Doğru soru nedir (Doğru soru bu değil).”

Efe Murad

Pişt! Lan! Islamic!
Allah deme lan sus Allah deme
Büyük projelerin piçi olmuşsun, Allah’a kurban ol
Allah’ım, Marx okusun Amerika
Üstüne de Mehmet Akif
Allah’ım, sen varsın, ama Amerika’da var  n’olur
Bi şey yap”
Franko Buskas (Emrah Altınok)

Sonunda güzel bir kız olsun Allah’ım bir istiklal marşı daha
Yazdırma
Biraz söveyim feleğe biraz da tövbe edeyim
Dört sıfırdan oyunu peş peşe üç marsla
Allah kerim Allah kerim Allah kerim”
Elyasa Koytak

Söyleyeyim ben Mevlana, kafam iyi.
..
Ben görmedim, tanıdığım Mevlanalar hep evli barklı Konyalılar
Fena halde Allahlı
Allahçı Konyalılar
Napolyon Mevlana Atatürk ve diğer peygamberler
Stat dolacak ve ben parayı bulunca Mevlana Üçlü çektirecek

Mevlana büyüsü yaptık, şimdi koyuyoruz cimboma sınıf mınıf
Kalmayacak”
Eren Safi

Yarabbi bir sürü günah, bir sürü halt yedik affola
Yarabbi bütün yıl karıları kestik, öldürmedik ama
Yarabbi sen gafursun, sen rahimsin affola
Ağzımızı çalkalayarak yüz seksene taktık geliyoruz yarabbi
Hamdu senalar sana selamlar habibine olsun
Leybeyk leybeyk leybeyk yarab ellerimizi açtık,
Transparan yerlerimizi kapattık, meyhaneleri de kapatacaz
Yarabbi
Yarabbi yüzümüz yok, paramız yok, karımız yok, bursumuz yok,
Ölmeye niyetimiz yok
Derdimiz çok, düşmanımız çok, falsomuz çok, fortçumuz çok
Bizi kötülüklerden beri, hasenatlara yakin eyle yarabbi
Lastiğimizi patlatma yarabbi
Lastiğimizi patlatma yarabbi
Lastiğimizi patlatma yarabbi
Bizi monica belluci’lerle imtihan etme yarabbi
Karı görünce raydan çıkıyoruz yarabbi
Bizi dostlarınla buluştur yarabbi
Bize dervişler gelsin, biz dervişlere gidelim yarabbi
Kemal da derviş mi yarabbi?
Ey cilloşların, sarhoşların, berduşların, yamukların,zırzopların,
İmansızların da rabbi olan Allah
Eşhedü enla ilahe illallah
Ve eşhedü enne muhammeden abduhü ve resuluhü
Amentü yarabbi sonsuz kere amentü
Ölürken hard diskimizi çökertme yarabbi”

Mustafa Burak Sezer




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder