16 Haziran 2015 Salı

TEDİRGİN BİR MEMURUN PAZARTESİ SENDROMU



cemil aydın


Dedemden kalma çantamı özenle hazırlıyorum. Önce kaynak kitapları, sonra okuyacağım dergiyi ya da kitabı koyuyorum çantaya. Sonra tebeşir kalemimi, tozlanan ellerimi silmek için ıslak mendilimi.           - Tebeşirin çağ dışı etkisini, çağımızın basit ama mucizevî hijyen bezi ıslak mendille gidermem yaşadığım yıllar hakkında bundan yüz yıl sonrası için bir numune-i imtisal teşkil eder düşüncesindeyim.- Bu küçük çantamın derisi yılların zorlamasıyla çatlamış ancak hala direniyor, tutunuyor hayata. Bir memur emekli etmiş, üstüne bir de emekli ettiği memurun memur torununa yar olmuş ve bu yeni seferinde beşinci seneyi devirmişti. Az iş değildi bu.

Çantamı hazırladım mı ilk işim evin çöpünü kontrol etmektir. Önceden karım, ayakkabıların yanına koyardı çöpleri, unutmayayım diye. Birkaç kez çöpü almadan yola revan olunca karım karşı komşudan yediği paparanın etkisiyle taarruza geçmiş, biriken öfkesini gün boyu bağırarak, yaptığım her işte söylediğim her sözde kusur arayarak bu taarruzda zayiat vermemi sağlayacak kararlılığı göstermişti. Kusur aramanın, suçlamanın kendinde var olan öfkeyi gidermediğini söylesem yeni bir kavga seansının fitilini ateşleyeceğimden böyle bir hamleden vazgeçip mat olmadan günü geçirmek için oyalanmaya çalışırdım.

Şimdi artık iyi kötü bir alışkanlığım oldu. Evin çöpünü kendim çıkartabiliyorum. Adam olmaya başladım karıma kalırsa. Ne büyük iltifat! Kadınların kocalarına karşı bir anne tavrı geliştirmelerinin şefkatlerinden değil de – kendi kadınlık serüveninde erken bir rüştünü kanıtlama girişimi olduğu düşüncesindeyim. “Seni yetiştiren annen kusurlu. Eğer dediklerime harfiyen uyarsan ben bu kusurları en kısa sürede üstün bir başarı göstererek kapatacağım.” düşüncesiyle çıkılan yolda hatırı sayılır miktarda yol alan kocasına teşvik amaçlı söylenmiş bir iltifat: “Adam olmaya başladın!”

İşte evliliğin fonksiyonunu zedeleyen basit bir hamle hatası! Yine de hiçbir şeyin analizini yapmak içinde bulunulan halin ruh tahlilini yapmak hayatı daha yaşanılır kılmıyor benim için. Tüm bunları çokça düşünmek kendimi yormaktan başka neye yarayabilir?

Çöpümü aldığıma ve okul dönüşündeki muhtemel papara tehlikesini savuşturduğuma göre artık çıkabilirim. Önce ayakkabılarımı kontrol ediyorum. Boyası yerinde. Bağcıkları da sıkıca bağlayayım, sonra çocuklar dersin ortasında “Bağcığınız çözülmüş hocam.” deyip dikkatimi dağıtmasınlar.  Evet, işte şimdi çıkabilirim dışarı.

Şimdi tekrar düşünelim. Çantamda eksik var mı: Kaynak kitaplar, dergim, tebeşir kalemim. Islak mendil koydum mu ki? Yoksa ıslak mendil koymadım mı? Eyvah, işin yoksa dön şimdi. Hayır, dönsem vakit kaybolur. Okula geç kalırım. Törene yetişemezsem müdür hemen odaya çeker. İstiklal Marşı törenlerine azami dikkat gösteriyor. Karda kışta bile çocukları bahçeye çıkarttı, okulun içinde marşı bütünlük içerisinde söylemiyorlar diye. Zavallıcıklarla biz de çıkıyoruz mecburen dışarı, ne yaparsın? Çocuklar marş söylerken gökyüzüne tüten bir soba gibi dumanlar savruluyor. Müdür Bey de bunun farkında olacak ki nereden daha az duman yükselirse marşın söylenmediğini anlıyor ve başını o yana doğru çeviriyor. Bir anda baktığı yerdeki sınıfların olduğu yerden dumanlar yükselmeye başlıyor. Böyle bir adamın bulunacağı törene geç kalmak ne haddime! Bir çantayı açıp bakayım o zaman... Hah ıslak mendilim de burada. Çok güzel! Çöpleri de şu köşeye bıraktık mı kafam rahat artık! Çöpü de uzaktan atayım da sonra içinden kediler fırlıyor, korkuyorum. Sabah sabah moralimizi bozmaya gerek yok!  Gerçi konteynırın kapağı kapalı olsa yine işimiz var ya! Leş gibi kapağı tut, kaldır! İşin yoksa ıslak mendili çıkart çantadan! Sonra geç kalacağım törene! Dur bakalım göreceğiz şimdi. Sanırım kapağı açık! Evet, evet açık! Güzel şimdi kaldırımın başladığı yere kadar yaklaşayım yeter. Hah, fırlat şimdi! Oldu da bitti maşallah! Oh be!

Şimdi uygun adım marş marş! Törene geç kalmayalım! Geç kalırsam bu müdür geç kalan öğrencilerle birlikte bana da marş okutur sonra. Geçen bizim Fazıl Hoca’ya yaptığı neydi öyle. Tuttu adamı geç geldi diye beklettiği öğrencilerin başına aldı. Geç kalanların geç kalan hocası olarak marşı yönet bakalım, dedi. Hiç yakışır mı bir öğretmeni böyle rencide etmek bir müdüre canım. Disiplinin fazlası da sıkıyor adamı be! Farz-ı ayın mı canım. Hadi ille de farzsa farz-ı kifaye olsun. Birileri yapınca ötekilerin üstünden yükümlülük kalksın canım! Böyle gereksiz seremonilere gücümüzü sarf etmenin ne alemi var Allah aşkına!

Okula da yaklaştım. Kapının önünde hala öğrenciler dolaştığına göre müdür gelmemiş. Demek ki geç kalmadım. Güzel! Ama gevşemek yok yine hoca! Sonra nasıl olsa erken geldim diye gevşersin de marşı içeride dinlersin. Sonra kamerada eksikleri kontrol ederken müdür seni tören saati öğretmenler odasından çıkarken görür de bir şey derse tam enayilik yapmış olursun. Hayır, paparayı yiyeceksek hakkını verelim değil mi! Geç kalmayıp okula geleceksin ama dalıp tatlı hülyalara tören alanına çıkmayı unutacaksın. İşte bu enayiliktir!

Çantamı içeri bırakıp hemen tören alanına çıktım. Tedbiri elden bırakmamakta fayda var. Sağa sola dağılan öğrencileri sıraya sokayım da biraz vakit geçsin! Geç oğlum sırana, geç! Geçer misin sırana kızım? Hadi oyalanma artık! Ne o esniyorsun, uyanamadın herhalde hala! Hadi koş, koş!

Herkes tören alanında yerini aldı. Müdür mikrofonu istemedi. Beden Eğitimi Öğretmeni “Rahat, Hazır ol, Dikkat!” üçlüsünden oluşan komutlarını verdi. Müzik öğretmeni ince sesiyle: “Ses veriyorum. Koorkmaa! Hazır üç dört!”

“Koorkmaa söönmeez buu şafaaaak
  Laardaa yüüzeen al sancaaaak…”

-Islak mendil koydum mu ki?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder