3 Mayıs 2013 Cuma

NİSAN YAĞMURUNDA ERZURUM DÜŞÜ

cemil aydın


İnsan hatıralarla yaşar. Yaşattıkça geçmişini, hayatı duyumsar. Soluk almak gibidir geçmişi hatırlamak. Yaşamanın emaresidir. Bakmayın siz geçmişe takılıp kalmayın diyenlere! Geçmişe takılmakta bir beis yok. İş hatırlanacak geçmişimizin olmasında. Yoksa geçmişin bize bir şey yaptığı yok efendim.
Bugün yağmurlu bir Nisan günü. Tam da güneşe, sıcaklara alışmışken bulutlar karardı, yağmurlar döküldü. Bu yağmur da nereden çıktı diye düşünerek içimde anlamsız bir sıkıntıyı büyütüyordum ki aklıma öğrenciliğim geldi. Dolayısıyla Erzurum. Yanılmıyorsam Mayıs’ın 12’si. Kar yağıyordu. Nasıl da düşmüştük sokağa! Tabiatın güzel bir latifesiydi bu. Arabaların camları gözükmüyordu. Soğuktan korunmak için silikonlarla korunmuş pencereler yavaş yavaş açılıyordu Erzurum’un evlerinde. İnsanlar tabiatın bu şakasını hayranlıkla seyrediyordu. Eğer: “Bütün kış Erzurum’a yağan neydi, ilk defa yağmıyor ya bu kar. Nedir bu hayranlık?” derseniz cevabım şudur:
 İnsan zaman denen uçsuzluğu bölmüş zihninde. Yıllara, mevsimlere, aylara, günlere… Mayıs’ta baharın sonu, yazın başlangıcıdır. Bu mevsimleri belirleyenler ve Türkiye’nin her şehrine aynı mevsim şeridini gönderenler, bu milletin çocuklarına Türkiye’nin her yerinde aynı anda aynı mevsimleri yaşıyormuş gibi mevsim planlayanlar Erzurum’a uğramamışlar. Eğitimin izleri çabuk silinmiyor tabi. Mayıs bir aydır; yarısı bahar, yarısı yazdır dedik amma Erzurum’un cevabı yaman oldu: Erzurum hoştir; yarısi gış, yarısı garagıştir. Hülasa Erzurumlu da öğrenmiş Mayıs bahardır diye, baharı bekliyor karın yağacağını bile bile.
Metropolde çile olan burada neşedir. Neşelendik efendim. Kar bu, şairin yüreğini kabartır. Gezmeye başladım Erzurum’un sokaklarını. Fakülteden yokuş aşağı yürümeye başladım. Sabah kahvaltısız gitmiştim derse ama ninemin öğüdü kulağımda:”Tahin pekmezini kaşıkla oğul, için ısınsın.” İçimi ısıtıp çıktım ama tahin pekmezle karın doymuyor. Önce karnımı doyurmak istiyorum. Hemen sapıyorum ara sokaklara. Doğru Gözyaşım Lavaş’a. İsmine tutulduğum o dükkâna. Gözyaşım Lavaş’a sizi götüren nedir derseniz, anlatayım efendim.
Efendim Erzurum’da ilk yıllarım. Metropolde yetişmişiz. Tedirgin ve ürkeğim haliyle. Fakülte yolunu otobüs güzergâhıyla öğrenmişim. Yürüdüğüm zaman bu güzergâhta gidip geliyorum. Sabah harekete başlıyorum dolmuş gibi, akşam dönüyorum dolmuş gibi. Şehre zamanla ısındıktan sonra, meraktır, ara sokaklara dalayım dedim bir gün. İşte o gün buldum Gözyaşım Lavaş’ı.
Dükkâna gelmiştim. Beş adımlık bir dükkân. Bir kadın, bir erkek ve küçük bir kız çocuğu var içeride. Selam verdim, selam aldım. Ocağın sıcaklığını hissettim. Yiyeceğim kadar lavaş istedim. Dükkân sahibi biraz daha beklememi, yeni çıkan lavaşlardan vereceğini söyledi. Beklemiştim. Küçük çocuğa takılmıştı gözlerim. Camın buğusuna belli belirsiz şekiller çiziyordu. Aklıma yakın zamanda okuduğum mısralar üşüşmüştü:
 Sayfa yok, kitap yok, tebeşir yok/ Eğer cam olsaydı pencerede/ Yavrularımın hohlamasını isterdim/ Neler olup bitti/ Yazsınlar diye parmaklarıyla.
Lavaşlar hazır dedi dükkân sahibi. Lavaşlarla ve aklımdaki mısralarla çıktım dükkândan. Biraz da peynir almaya niyetlenmiştim. Yolun aşağısında çorbacıları geçtikten sonra sola doğru yokuş aşağı peynirciler sıralanmıştır. Peynircilerin bulunduğu sokağa doğru yürüdüm. Hemen ilk dükkâna girip peyniri aldım. Peyniri aldıktan sonra geriye sıcak bir kahvehane bulmak kalmıştı. Nereye gideceğimi düşündüm. Erzurumlu dostum Adnan’ın tarif ettiği bir kahvehane vardı: Katran Çay Evi. Tesadüfen gördüğü ve çayını içtiği bu mekânı, gittiği gün bana da haber vermişti. Sizin de ilginizi çektiği gibi Adnan’ın da ilgisini çekmiş dükkânın ismi. Girmiş, çayını içmiş. İsmiyle müsemma katran gibi çaymış. Gerçi Adnan çayın katrana benzeyenini sever, memnun olmuştur haliyle. Beni de götür bir gün demiştim. Ama fırsat bulup gidememiştik. O an yanımda Adnan da yoktu. Metropol ürkekliği baskın çıktı. Vazgeçtim Katran Çay Evi’ne gitmekten. En iyisi elmalı pasta yediğimiz çayevine gitmekti. Hasankaleli hafız dostum Ahmet’le gelmiştim buraya ilkin. Küçük bir dükkândı. Girişte solda çay ocağı, ortada bir soba, sobanın etrafında birkaç küçük masa ve iskemleler. Sağ tarafta seki. Biz o sekiye otururduk her zaman.
Çayevinin yolunu tuttuğumda o sekinin sıcaklığını hissetmiştim. Buranın çayını çok severdim ama dükkân sahibinin karısının yaptığı leziz elmalı pastaları daha çok severdim. Çoğu vakit buraya gelir elmalı pastalarımızı yer çayımızı yudumlar, dükkânın hemen yan tarafındaki Ulu Camii’ne namazımızı kılmaya giderdik. Her zaman yaptığımız gibi yaptım. Lavaşa bir güzel dizdim peyniri, sıkı sıkı sardım, çayımı yudumladım. Çıkarken de bir tane elmalı pasta attım ağzıma.
Ezan vakti yaklaşıyordu. Abdesti caminin bitişiğindeki çeşmeden almıştım. Efendim, üşümüştüm biraz ama olsun. Eski çeşmelerde tarih saklıdır. Tarihin o necip, latif suyuyla yıkadım azalarımı. Bu çeşmeyi seviyordum. Bir de İnşirah Sahaf’ın dibindeki Yazıcı çeşmesini.
İstanbul birçok padişahın yaptırdığı şatafatlı çeşmeleriyle meşhurdur. Çoğunu gezdim, gördüm ama suyu akan bir çeşme göremedim. Suyu akmayınca neye yarar o şatafat? Erzurum’un çeşmeleri gürül gürül akıyordu. Evliya Çelebi’nin boyun kalınlığında olmasa da!
Tarihin öz suyuyla temizlendikten sonra ezanla camiye girdim. Öğlen namazını kıldık huşuyla. İmamın tilavetini dinledik. Erzurum’un yaşlılarıyla musafaha ettikten sonra dışarı çıktım.
Dışarı çıktım. Burası Erzurum değil İstanbul. Artık öğrenci değilim, öğretmenim. Gözyaşım Lavaş’ta gördüğüm o kız çocuğuyla akran öğrencilerim var. O gün aklımdan geçen mısraların düşünü gerçekleştiriyorum.
Az sonra ekmek almaya gideceğim. Fırında Erzurum’un lavaşına benzer bir lavaş bulamam. Evde süpermarketten aldığımız peynir var. İstanbul’un kahvehaneleri de sobalı değil, doğalgazlı artık. Çay evinden çok, kıraathane isimli oyun salonları var. Elmalı pasta bulurum elbet ama tarihi çeşmenin suyuyla demlenmiş semaver çayına benzer bir çay bulamam efendim.
Bugün yağmurlu bir Nisan günü. Geçmişimi hatırladım, Erzurum’da bir Mayıs gününü. İnsan anılarla yaşar efendim. Anımsıyorum. Yaşıyorum öyleyse. O vakit anımsayalım efendim.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder