cemil aydın
Dedemden kalma çantamı özenle hazırlıyorum. Önce kaynak kitapları,
sonra okuyacağım dergiyi ya da kitabı koyuyorum çantaya. Sonra tebeşir kalemimi,
tozlanan ellerimi silmek için ıslak mendilimi. - Tebeşirin çağ dışı etkisini,
çağımızın basit ama mucizevî hijyen bezi ıslak mendille gidermem yaşadığım
yıllar hakkında bundan yüz yıl sonrası için bir numune-i imtisal teşkil eder
düşüncesindeyim.- Bu küçük çantamın derisi yılların zorlamasıyla çatlamış ancak
hala direniyor, tutunuyor hayata. Bir memur emekli etmiş, üstüne bir de emekli
ettiği memurun memur torununa yar olmuş ve bu yeni seferinde beşinci seneyi
devirmişti. Az iş değildi bu.
Çantamı hazırladım mı ilk işim evin çöpünü kontrol etmektir.
Önceden karım, ayakkabıların yanına koyardı çöpleri, unutmayayım diye. Birkaç
kez çöpü almadan yola revan olunca karım karşı komşudan yediği paparanın etkisiyle
taarruza geçmiş, biriken öfkesini gün boyu bağırarak, yaptığım her işte
söylediğim her sözde kusur arayarak bu taarruzda zayiat vermemi sağlayacak
kararlılığı göstermişti. Kusur aramanın, suçlamanın kendinde var olan öfkeyi
gidermediğini söylesem yeni bir kavga seansının fitilini ateşleyeceğimden böyle
bir hamleden vazgeçip mat olmadan günü geçirmek için oyalanmaya çalışırdım.
Şimdi artık iyi kötü bir alışkanlığım oldu. Evin çöpünü
kendim çıkartabiliyorum. Adam olmaya başladım karıma kalırsa. Ne büyük iltifat!
Kadınların kocalarına karşı bir anne tavrı geliştirmelerinin şefkatlerinden
değil de – kendi kadınlık serüveninde erken bir rüştünü kanıtlama girişimi
olduğu düşüncesindeyim. “Seni yetiştiren annen kusurlu. Eğer dediklerime
harfiyen uyarsan ben bu kusurları en kısa sürede üstün bir başarı göstererek
kapatacağım.” düşüncesiyle çıkılan yolda hatırı sayılır miktarda yol alan
kocasına teşvik amaçlı söylenmiş bir iltifat: “Adam olmaya başladın!”
İşte evliliğin fonksiyonunu zedeleyen basit bir hamle
hatası! Yine de hiçbir şeyin analizini yapmak içinde bulunulan halin ruh
tahlilini yapmak hayatı daha yaşanılır kılmıyor benim için. Tüm bunları çokça
düşünmek kendimi yormaktan başka neye yarayabilir?
Çöpümü aldığıma ve okul dönüşündeki muhtemel papara
tehlikesini savuşturduğuma göre artık çıkabilirim. Önce ayakkabılarımı kontrol
ediyorum. Boyası yerinde. Bağcıkları da sıkıca bağlayayım, sonra çocuklar
dersin ortasında “Bağcığınız çözülmüş hocam.” deyip dikkatimi
dağıtmasınlar. Evet, işte şimdi çıkabilirim
dışarı.
Şimdi tekrar düşünelim. Çantamda eksik var mı: Kaynak kitaplar,
dergim, tebeşir kalemim. Islak mendil koydum mu ki? Yoksa ıslak mendil koymadım
mı? Eyvah, işin yoksa dön şimdi. Hayır, dönsem vakit kaybolur. Okula geç
kalırım. Törene yetişemezsem müdür hemen odaya çeker. İstiklal Marşı
törenlerine azami dikkat gösteriyor. Karda kışta bile çocukları bahçeye
çıkarttı, okulun içinde marşı bütünlük içerisinde söylemiyorlar diye.
Zavallıcıklarla biz de çıkıyoruz mecburen dışarı, ne yaparsın? Çocuklar marş
söylerken gökyüzüne tüten bir soba gibi dumanlar savruluyor. Müdür Bey de bunun
farkında olacak ki nereden daha az duman yükselirse marşın söylenmediğini
anlıyor ve başını o yana doğru çeviriyor. Bir anda baktığı yerdeki sınıfların olduğu
yerden dumanlar yükselmeye başlıyor. Böyle bir adamın bulunacağı törene geç
kalmak ne haddime! Bir çantayı açıp bakayım o zaman... Hah ıslak mendilim de
burada. Çok güzel! Çöpleri de şu köşeye bıraktık mı kafam rahat artık! Çöpü de
uzaktan atayım da sonra içinden kediler fırlıyor, korkuyorum. Sabah sabah
moralimizi bozmaya gerek yok! Gerçi
konteynırın kapağı kapalı olsa yine işimiz var ya! Leş gibi kapağı tut, kaldır!
İşin yoksa ıslak mendili çıkart çantadan! Sonra geç kalacağım törene! Dur
bakalım göreceğiz şimdi. Sanırım kapağı açık! Evet, evet açık! Güzel şimdi
kaldırımın başladığı yere kadar yaklaşayım yeter. Hah, fırlat şimdi! Oldu da
bitti maşallah! Oh be!
Şimdi uygun adım marş marş! Törene geç kalmayalım! Geç
kalırsam bu müdür geç kalan öğrencilerle birlikte bana da marş okutur sonra.
Geçen bizim Fazıl Hoca’ya yaptığı neydi öyle. Tuttu adamı geç geldi diye
beklettiği öğrencilerin başına aldı. Geç kalanların geç kalan hocası olarak
marşı yönet bakalım, dedi. Hiç yakışır mı bir öğretmeni böyle rencide etmek bir
müdüre canım. Disiplinin fazlası da sıkıyor adamı be! Farz-ı ayın mı canım.
Hadi ille de farzsa farz-ı kifaye olsun. Birileri yapınca ötekilerin üstünden
yükümlülük kalksın canım! Böyle gereksiz seremonilere gücümüzü sarf etmenin ne
alemi var Allah aşkına!
Okula da yaklaştım. Kapının önünde hala öğrenciler
dolaştığına göre müdür gelmemiş. Demek ki geç kalmadım. Güzel! Ama gevşemek yok
yine hoca! Sonra nasıl olsa erken geldim diye gevşersin de marşı içeride
dinlersin. Sonra kamerada eksikleri kontrol ederken müdür seni tören saati
öğretmenler odasından çıkarken görür de bir şey derse tam enayilik yapmış
olursun. Hayır, paparayı yiyeceksek hakkını verelim değil mi! Geç kalmayıp
okula geleceksin ama dalıp tatlı hülyalara tören alanına çıkmayı unutacaksın.
İşte bu enayiliktir!
Çantamı içeri bırakıp hemen tören alanına çıktım. Tedbiri
elden bırakmamakta fayda var. Sağa sola dağılan öğrencileri sıraya sokayım da
biraz vakit geçsin! Geç oğlum sırana, geç! Geçer misin sırana kızım? Hadi
oyalanma artık! Ne o esniyorsun, uyanamadın herhalde hala! Hadi koş, koş!
Herkes tören alanında yerini aldı. Müdür mikrofonu istemedi.
Beden Eğitimi Öğretmeni “Rahat, Hazır ol, Dikkat!” üçlüsünden oluşan
komutlarını verdi. Müzik öğretmeni ince sesiyle: “Ses veriyorum. Koorkmaa!
Hazır üç dört!”
“Koorkmaa
söönmeez buu şafaaaak
Laardaa yüüzeen al sancaaaak…”
-Islak
mendil koydum mu ki?