cemil aydın
Sezai Karakoç'un Çıkış Yolu–1& Ülkemizin Geleceği adlı
kitabını okudum. Kitap iki konferanstan oluşmakta. İlki Bursa’da 12 Şubat
1992’de,ikincisi Ankara’da 2 Mayıs 1992’de gerçekleşen konferansların metninden
oluşan bu kitabı okuduğumda Sezai Karakoç’un mütefekkirliğine olan inancım daha
da sağlamlaştı.
Ülke geçmişine, bugününe ve geleceğine dair düşüncelerini
dile getiren Karakoç şimdiyi ve geleceği anlamanın yolunun geçmişi anlamaktan geçtiğini düşünüyor. Ülkemizin bugününü anlamak istiyorsak geçmişe gitmeliyiz diyor.
Ülkenin bugününe baktığımızda karşı karşıya kaldığımız büyük problemlerimiz var. Bu problemlerin kaynağını nerede aramalıyız? Avrupa Birliği’ne girme çabaları, siyasetteki pasifliğimiz, ekonomik dengesizlik, batılılaşma algısı vb. tüm bu olumsuzlukların sebebi nedir? Sezai Karakoç bunun sebebini Tanzimat’a kadar götürüyor. Tanzimat’la birlikte Müslümanlarla gayrimüslimlerin eşit muamele görmesi, Meşrutiyet’le geleneğe ters düşen bir siyaset anlayışının benimsenmesi, yönetim kadrosundaki şahısların beceriksizlikleri, şuursuzlukları ve beraberinde 1.Dünya harbi ülkenin hemen hemen 100 yıllık bir süre içerisinde yıpranmasına sebep olmuştu. Bu yıpranma neticesinde gerçekleşen Kurtuluş Savaşı halkın Batılılara son çığlığıydı. Bir karış toprak vermeye tahammülü olmayan halkın mücadelesiydi ve bu mücadele kazanıldı. Ancak savaşı kazanmak ülkenin tekâmülü için yeterli değildi. Ülke idarecilerinin bakış açısı değişmişti. Çözüm yüzde yüz batıcılıkta aranıyordu. Batılıların hapsettiği sınırları zamanın şartlarında yeterli direnç gösteremediğimizden kabul ettik. Bu sınırların dışında kalan Suriye, Irak, İran, Azerbaycan, Batı Trakya’nın büyük kısmı ile Batıcılık sevdamızdan dolayı münasebeti kestik. Birtakım paktlar kurulmuş, anlaşmalar imzalanmışsa da bunlar yeni devletin vitrinde gözükmesinden başka bir şey değildi. Devletin asli unsurlarına- ki bu devletlerle birlikte Kurtuluş mücadelesi verdik- sırtını çevirip yüzünü savaştığı devletlerin coğrafyasına çeviren ülke yöneticileri bugünümüzü etkileyen yanlış bir siyaset benimsemiştir. Doğu Türkistan Batıcılık politikalarımız neticesinde ihmal edilmiş; İran, Irak, Suriye Arapçılık fikrinin yayılmasıyla adeta düşman olarak görülmüştür. Oysa bu devletler bünyesinde Arap, Kürt, Acem, Türk halklarını barındırıyorlardı. Ülkemizde de bu halklar yaşamaktaydı. Dolayısıyla çizilen sınırlar suniydi ve biz hatalı bir siyaset izleyerek suni sınırlara teslim olduk.
Ülkenin bugününe baktığımızda karşı karşıya kaldığımız büyük problemlerimiz var. Bu problemlerin kaynağını nerede aramalıyız? Avrupa Birliği’ne girme çabaları, siyasetteki pasifliğimiz, ekonomik dengesizlik, batılılaşma algısı vb. tüm bu olumsuzlukların sebebi nedir? Sezai Karakoç bunun sebebini Tanzimat’a kadar götürüyor. Tanzimat’la birlikte Müslümanlarla gayrimüslimlerin eşit muamele görmesi, Meşrutiyet’le geleneğe ters düşen bir siyaset anlayışının benimsenmesi, yönetim kadrosundaki şahısların beceriksizlikleri, şuursuzlukları ve beraberinde 1.Dünya harbi ülkenin hemen hemen 100 yıllık bir süre içerisinde yıpranmasına sebep olmuştu. Bu yıpranma neticesinde gerçekleşen Kurtuluş Savaşı halkın Batılılara son çığlığıydı. Bir karış toprak vermeye tahammülü olmayan halkın mücadelesiydi ve bu mücadele kazanıldı. Ancak savaşı kazanmak ülkenin tekâmülü için yeterli değildi. Ülke idarecilerinin bakış açısı değişmişti. Çözüm yüzde yüz batıcılıkta aranıyordu. Batılıların hapsettiği sınırları zamanın şartlarında yeterli direnç gösteremediğimizden kabul ettik. Bu sınırların dışında kalan Suriye, Irak, İran, Azerbaycan, Batı Trakya’nın büyük kısmı ile Batıcılık sevdamızdan dolayı münasebeti kestik. Birtakım paktlar kurulmuş, anlaşmalar imzalanmışsa da bunlar yeni devletin vitrinde gözükmesinden başka bir şey değildi. Devletin asli unsurlarına- ki bu devletlerle birlikte Kurtuluş mücadelesi verdik- sırtını çevirip yüzünü savaştığı devletlerin coğrafyasına çeviren ülke yöneticileri bugünümüzü etkileyen yanlış bir siyaset benimsemiştir. Doğu Türkistan Batıcılık politikalarımız neticesinde ihmal edilmiş; İran, Irak, Suriye Arapçılık fikrinin yayılmasıyla adeta düşman olarak görülmüştür. Oysa bu devletler bünyesinde Arap, Kürt, Acem, Türk halklarını barındırıyorlardı. Ülkemizde de bu halklar yaşamaktaydı. Dolayısıyla çizilen sınırlar suniydi ve biz hatalı bir siyaset izleyerek suni sınırlara teslim olduk.
Musul ve Kerkük’ten
vazgeçişimiz maalesef biraz da bu siyaset sebebiyleydi. O zamanki ihmalin bugün
nelere sebep olduğunu bir düşünelim. Yakın geçmişte Amerikan işgaline uğrayan
bu topraklar Batılıların kışkırtmasıyla ayrılıkçı bir siyaset izleyen Kürtlere
bırakılmıştı. Ülkemizin güneydoğusunda yıllardır gelişmemizi engelleyen, bizi
adeta prangalı bir mahkûma çeviren terör sorunu da verilen bu yanlış kararın
neticesidir. Dünya savaşı zamanında Arapların ihanet ettiğine inandırılmıştı
millet. Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildi. İsyanlar olmuştu fakat bu devletin
kontrol edemeyeceği çapta değildi. Şeyh Sait isyanının rejim karşıtı bir isyan
olduğu öğretildi yıllarca. Hâlbuki Şeyh Sait isyanı rejim karşıtı bir isyan
değil rejimi kabullenmeyişin bir isyanıdır. Devlet rejimi halka anlatmamıştır.
Halk uğruna savaştığı değerleri yaşantısında sahiplenmeye devam ederken, tabii
olarak devlette bunun izlerini ararken gördüğü bambaşka bir manzaradır. Halk
refleksif bir tepki göstermiştir bu isyanla.
Tüm bunları neden anlatıyor Sezai Karakoç? Bugünü anlamak
için. Gelecek zihinde tasarlanır ve buna göre çalışılır. Geçmişte de
aydınlarımızın tasarıları vardı. Sezai Karakoç bunu çok güzel örneklendiriyor.
Namık Kemal’in özgürlüğü bir genç kız gibi düşündüğünden bahsediyor. Onun
düşlediği özgürlük somut plandaydı. Günlük yaşantıdaki serbestlikti özlediği. O
zaman için kurtuluş bu plan üzerineydi. Çok sonra özgürlük sağlandı ama ülkede
bir şeyler ters gidiyordu. Yahya Kemal Fransa izlenimlerinin etkisiyle
İstanbul’un orta yerinde yüksek binalar, büyük iş yerleri, fabrikalar hayal
ediyordu. Sonra bunlar oldu ama Yahya Kemal’in de çok sevdiği, şiirler yazdığı
İstanbul’un yapısı değişti. Ruh değişince çehre de değişti. Ruh muhafaza
edilebilseydi Yahya Kemal’in rüyası gerçekleşebilirdi. Peyami Safa’da Türk İnkılâbına
Bakışlar adlı eserinde 1923 itibariyle yapılan inkılâplara temel arıyor ve
eksikliğin Batı’nın matematiğinin kavranmaması olduğunu söylüyordu. Doğulu
olsak da Batılı olmamız gerektiğini, Batı’nın geometrisini ve matematiğini
kavramamız gerektiğini ve ahşabın yerine betonlaşmanın sağlanması gerektiğini
belirtiyordu. Eski Roma ve Eski Grek toplumlarındaki siteleşmenin
gerçekleştirilmesi gerektiğini düşlüyordu Safa ancak kendisi Osmanlı’nın mimari
üslubunu kavrayamamıştı. Bunu anlamadığından Batı’nın geometrisini ve
matematiğini düşünce planına yansıtmamız gerektiğini söylüyordu. Hayal ettiği betonlaşma
ise bugün nefret edilen, karşı çıkılan bir durum haline geldi.
Toplumda her zaman düşünürler, sanatçılar geleceğe dair düş
kurmuşlardır. Bu düşü diriltmek için çabalamışlardır. Bu çabada eksik olan
Karakoç’a göre geçmişin birikimini tam anlamıyla idrak edememeleridir. İbrahim
Paşalı İtibar dergisinin Ağustos 2013 sayısında yayınlanan röportajında bu
minval üzere düşüncelerini dile getirmiştir: “Kadim bir geleneğe sahip olmadan,
medeniyetten bahsedemeyiz.” Düşünürlerimiz, sanatçılarımız maalesef kadim
geleneğimizden ya az nasiplenmiş ya da geleneğimizi görmezden gelmişlerdir. Böylece çıkış
yolu için önermeleri de eksik kalmıştır. Bir toplumu sorgulayacaksak onu
medeniyet perspektifinden görmeliyiz der Sezai Karakoç. Bizim medeniyetimiz
İslam medeniyetidir. Suni sınırlarla bölünmüş bu medeniyet dağınık haldedir,
ölmemiştir. Bize düşen bu suni sınırları yok sayıp tüm Müslüman toplumların tekâmülü
için çaba sarf etmektir. Eğer suni sınırları benimser, yüzümüzü üzerimizde
sürekli oyunlar oynayan ülkelere çevirir, öz kardeşlerimizi Arapçılık
düşüncesiyle dışlarsak medeniyet perspektifinden uzaklaşır olayları eksik
tahlil ederiz. Olayları bir yönüyle değil bütünüyle ele almak asli
görevimizdir.
Bugünümüze gelecek olursak-konferansların 1992’de
yapıldığını göz önüne alarak- Avrupa devleti hayali yayılmaya çalışılmakta ve
biz de bu hayale kapılmaktayız.. Avrupa’da ırkçılık
had safhadayken SSCB dağılmışken, Almanya Avrupa liderliği mücadelesindeyken,
Yugoslavya altıya bölünmüşken bir Avrupa birliği hayali komiktir. Bu birlikte
olmamızı zaten istemeyecek olan Batılıların hayaline ortak olma sevdası bizi
hiçbir yere taşımayacaktır.
Bizim artık şunu kabul etmemiz gerekir. Biz Ortadoğuluyuz.
Bir Orta Doğu devletiyiz. Kendimizi Avrupalı saymanın kıymeti yoktur. Tüm adetlerimizi,
göreneklerimizi terk etsek bile Avrupalı bizi kabul etmeyecektir. Çünkü onlar Avrupalıdır,
biz değiliz. Avrupalılar kendileri dışındaki tüm milletleri hizmetçi olarak
görür. Politikaları böyleydi ve böyle devam etmektedir. Bugün Afrika’da Hıristiyanlık
bir miktar yayılmıştır. Bakın Afrika’ya, onlara yine köle oldukları inancı
benimsetilmiştir. Kendilerini Avrupalılara hizmetçi olarak görmelerini sağlamak
için Hıristiyanlık kullanılmıştır. Afrika’da İslamiyet’i yaymak için Hıristiyanlardan
daha az çaba sarf edilse de Hıristiyanlığa göre daha fazla yayılmıştır. Bu
elbette Allah’ın bir lütfüdür. Afrika uyanacak bir gün bir Afrika birliği
kurulacaktır. Afrika Afrikalılarındır diyen Karakoç bu düşüncenin serpilmesinde
ülkemizin ön planda olması gerektiğini ifade ediyor. İşte İslam
medeniyeti perspektifinden gelecek planı!
Sezai Karakoç İslam medeniyetinin bizim medeniyetimiz
olduğunu ifade ediyor ve başka bir medeniyete katılmamızın mümkün olmadığını
söylüyor. Medeniyet fikrinin dar anlamlara sıkıştırıldığını ve milletimizin
sınırlarla çizili alanda bulunan halktan ibaret olmadığını söylüyor. Millet fikrinin
ırk esasına dayandırılamayacağını ifade eden Karakoç birinci görevimizin
medeniyetimizi yeniden diriltmek olduğunu söylüyor.
Bu görev Müslümanların. Yani bizlerin. Görevi Yüce Allah
veriyor Kuran-ı Kerim’de: Ben yeryüzünde sizi halife yaptım, arzı size
bıraktım.” Emir büyük yerden! Öyleyse çabalamalı.
NOTLAR:
- Sezai KARAKOÇ,Çıkış Yolu-1 & Ülkemizin Geleceği, Diriliş Yayınları, 3.baskı, Şubat 2008.
- İtibar Aylık Edebiyat ve Fikriyat Dergisi, Ağustos 2013.
- Peyami SAFA, Türk İnkılabına Bakışlar, Ötüken Neşriyat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder