25 Mart 2014 Salı

PİYASA VE EDEBİYAT



cemil aydın


Dikkat çekmek,edebiyata bir şekilde atılmış olan herkesin düşeceği bir derttir. Duygu ve düşünceler en nihayetinde paylaşılmak içindir. Şairler/yazarlar oluşturduğu metnin muhatabınca fark edilmesini ister.Bu istek neticesinde doğal bir rol dağılımı olur: Patronlar,yayınevleri,editörler ve şairler/yazarlar.

Patronlar para sahipleridir. Patron olmalarındaki tek sebep budur.Edebiyatla içli dışlı olmalarına gerek yoktur. Tanıdığın isim yapmış şairleri/yazarları bir araya topladığını ve hazır bir okur kitlesine sahip olduğunu kendilerine kanıtladığın zaman onlarla anlaşmış olursun. Şairler/yazarlar ve editörler onun nezdinde kazanacağı paraya hizmet eden kişilerdir.

Edebiyattan zerre anlamayan para sahiplerinin edebiyat ortamında söz sahibi olması edebiyatı ancak laçkalaştırır. Öncelikle yapılması gereken dergilerin niyeti bozuk para sahiplerinden temizlenmesidir.

Bu noktada aklımıza muhakkak şu soru gelecektir: Dergiler bahsettiğimiz para sahiplerinden temizlendiğinde dergilerin finansmanını kim sağlayacak? Var olan ortama baktığımızda dergilerin finansman sıkıntısı nedeniyle düzensiz yayın yaptığını rahatlıkla görebiliriz. Düzenli yayın yapanlar da bir süre sonra yayın yolculuğuna son vermek zorunda kalabiliyor. Son yıllarda bir süre piyasada yer aldıktan sonra yayın hayatından çekilen dergiler bir hayli fazla."Dergi mezarlığı" yakıştırmasını edebiyat dünyamıza reva gören bu sistemi para sahiplerini devre dışı bırakarak nasıl değiştirebiliriz? Bu soruyu geçtiğimiz Eylül ayı içerisinde twitter aracılığıyla İzdiham dergisince ortaya atılan bir öneriyle cevaplamak istiyorum. İzdiham dergisi var olan edebiyat dergilerinin sayısının 100'ü geçmediğini,ülkemizdeki il sayısının da 81 olduğunu dile getirdikten sonra her belediyenin bir dergiyi destekleyebileceğini ve bu konuda belediyelerin sorumluluk alması gerektiğini ifade etti. İzdiham dergisi bu öneriyle yazarların sadece hazırlayacağı yazılara odaklanmasını sağlamak istiyor olabilir. Ancak bu ihtimal İzdiham'ın önerisini kabul etmek için ikna edici değil. Elbette doğru olan edebiyat dergilerinin hiçbir kurum ya da kuruluştan reklam almadan ayakta kalabilmesidir. Sözgelimi bir inşaat şirketinin, herhangi bir bankanın ya da dekorasyon firmasının edebiyat dergisinde yeri olmamalı. Ancak İzdiham dergisinin atladığı bir nokta var. Belediyeler siyasi partilerin doğrudan temsilcileriyle faaliyet gösterir. Belediyenin bir edebiyat dergisini desteklediğini düşünelim. Çıkacak yazılarda belediye başkanının,il ya da ilçe meclis üyelerinin hatta parti seçmenlerinin siyasi odaklı bir müdahalesi olmayacağının garantisini kim verebilir? Dergileri ekonomik bir sıkıntıdan kurtarırken,edebiyatı en olmaması gereken yere,siyasetin kucağına atmak, akılcı bir çözüm değildir. Dergiler okurlarının benimsediği yetkin şairlere/yazarlara bırakılmalı. Dergiye katkı sunan şairler/yazarlar/çizerler derginin finansmanını sağlamak için hiçbir kurum ve kuruluşla görüşmemelidir. Ekonomik planlamaları dergi içeriğini oıluşturan kadrodan tamamen bağımsız kişiler yürütmelidir.Dergiye hiçbir karşılık beklemeden yatırım yapan biri yoksa ve katkı sunanlara telif ücreti ödenecekse dergiye reklam alınmalıdır.

Dergilere alınan reklamlar editör ve onun birkaç arkadaşının maaşı olmamalıdır. Dağıtılmaya değer bir para varsa bu para dergilere katkı sunan herkesle paylaşılmalıdır. Dergilerin sömürü düzeninden çıkması için yazılarını yayımlatmak isteyen şairlerin/yazarların seçici davranması gerekmektedir. Şair/yazar, dikkat çekmek uğruna patronlar ya da muhtelif kurumlar sayesinde ünlenen dergilerde yazma hevesine kapılıp,gönüllü ücretsiz işçi olmayı tercih ederse düzenin devamına hizmet etmiş olur.Bu yüzden yazılarını gönderen şairler/yazarlar öncelikle yazıyı göndereceği dergiyi iyi takip etmeli,daha sonra dergi editörüyle iletişime geçip yazıların nasıl değerlendirildiğine dair bilgi almalı,derginin yazıları değerlendirirken neyi,hangi amaçla göz önünde bulundurduğunu öğrenmelidir. Bu sorulara makul cevap veren bir editör,zaten dergiyle alakalı atılan her adımda şeffaf davrandıklarını göstermiş olacaktır Bu konuda gösterilecek dikkatin sonucunda edebiyat dünyasını para sahiplerinden ve edebiyatçı olduğunu düşünen paragözlerden temizlemiş oluruz.

Nitelikli eserlerin ortaya konulmasını sağlamak için edebiyat ortamında kendisine yer edinen para sahiplerinin araziden çekilmesi gerektiğini belirttik. Bunun dışında dergilere reklam alınması hususunda bazı düzenlemelerin olması gerektiğinden ve editörlerin reklamlar aracılığıyla cebini ve edebiyatını kuvvetlendirdiğinden bahsettik. Edebiyat dergilerinde çıkacak yazıların para döngüsüne göre şekil alabileceği ihtimalinin tehlikesine işaret ettik.Bahsetmemiz gereken bir diğer tehlikeyse yayınevleridir.

Kitap yayınlatmak artık kolay.Çünkü öyle yayınevleri var ki düşüncesi nitelikli edebiyata hizmet etmek değil,yalnızca kar etmek.Hal böyle olunca alelacele karalanmış şiirler,öyküler ve romanlar allanıp pullanıp piyasaya sürülüyor.Basılan kitapların bir kısmı kitapçıların raflarında çok kısa bir süre kalıyor,sonrasında kelepire düşüyor.Bu tür kitapları sahaflar,ikinci el kitap alım satımı yapan kitapçılar bile kabul etmiyor.Para yerine çok sayıda kitapla kandırılan yazar,kitaplarını eşe dosta dağıtarak bitiriyor ve basılmış bir kitabının olmasının övüncüyle otobiyografisini yeniden düzenliyor.

Edebiyatın kalitesinin düşmesinde yayınevleri birincil rol oynamakta. Güncel olayların etkisiyle hareket eden, piyasayı şekillendiren değil piyasanın nefsine göre şekillenen bir yayınevi edebiyata nasıl katkıda bulunabilir? Televizyon dizilerinin etkisiyle popülerleşen tarihi karakterleri anlatan kitapların mantar gibi türemesi edebiyatın seviyesini göstermiyor mu? Bu noktada yayınevlerinin piyasa koşullarının ağına yakalandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette orta ölçekteki bir yayınevi kitabın içeriğinden daha çok basım adediyle ilgilenecektir. Matbaaya geldikten sonra yayınevi sahibinin düşüncesi "Basarım, yollarım." olacaktır.

Peki,edebiyat dünyasında markalaşan yayınevleri? Okurlar kitap alırken yayınevini fazlasıyla dikkate alır. Dikkate alınan malum yayınevlerinin edebiyata etkisi için ne söyleyebiliriz? Bu noktada markalaşan yayınevlerinde de bir durağanlık olduğu ortada. Durağanlıktan kastettiğim yayınevlerinin belli yazarların eserleriyle oyalanmasıdır. Markalaşan yayınevleri genç yazarların eserlerini basmak istemiyor. Geri çevrilen yazarlar da soluğu orta ölçekli yayınevlerinde alıyor. "Kendin pişir, kendin ye" işine dönen ilk kitap serüveninde genç yazarlar yalnız bırakılıyor. Eleştirmenler göz önünde olanlarla,piyasayı meşgul edenlerle ilgileniyor. Yayınevleri çoğu zaman gönderilen eserleri incelemiyor. Bu sebeple markalaşan yayınevleri durağanlaşıyor, başarı yakalayabileceği yazarların eserlerini basmakla yetiniyor.

Bu noktada ciddi bir eleştiri eksikliğinden de bahsetmemiz gerekiyor. Yayınevlerindeki gözü kapalılık,dergilerin piyasa koşullarının esiri olması,okurun magazinel kültüre göre okumalar gerçekleştirmesi yazarların eleştirisiz kalmasının en önemli sebepleri.Yazarlar eleştirilmiyor. Eleştirilmeyen yazar nitelikli edebiyattan günden güne uzaklaşıyor. Peki bu eleştiri boşluğunu doldurması gereken eleştirmenler neler yapıyor?

Eleştirmenler çoksatar kitapların tanıtımlarıyla meşgul oluyorlar. Piyasanın el üstünde tuttuğu eserlerde olmayan güzellikleri anlatıyorlar.Bu yüzden piyasanın dışında hareket eden şair ve yazarların eseri dikkate alınmıyor. Eleştirmenlerin bu tavrı şair ve yazarları piyasanın hareket alanına itiyor. Eleştirmenlerin öne çıkarttığı şair ve yazarlar da piyasanın akışına göre kendilerini güncelliyor. Bu tavır edebiyatı giderek sığlaştırıyor.

Yayınevleri ve dergiler kitapları para getiren bir mamül ,yazarları ücretsiz köle olarak mı görmeli?

Basılan kitapların ve okurların çokluğu bizi rahatlatıyor mu?

Piyasanın ekonomik kurallarına uyum sağlayan yayınevleri, yazarı da bu kuralların değirmeninde öğütmüyor mu?


Bu sorulara doğru cevabı verdiğimizde edebiyat güzelleşecek ve özgürleşecektir.

9 Mart 2014 Pazar

BU HAYAT BİR KABUS TANRIM



cemil aydın


Muhakkak yazı yazacağım. Yazmak gibi de değil aslında. Anlatıyorum. Karşımdaymışsınız gibi. Hani denemeyi anlatırken söylenen o meşhur ifade… Hatırladınız değil mi? Daha başka şeyler de var hatırladığım. Bir edebiyat öğretmenimin dediği gibi: Hikaye anlatılır, öykü yazılır. Ve daha bir sürü aklımın çöplüğüne attığım bilgi.

İş oluş hareket bildiren tüm eylemler yavaş yavaş hayatımızdan çıkıyor. Korkarım bir gün öğrencilerin altını çizeceği anlamsız harf yığınları olacak eylemler. Devletin okumalarını istediği kitaplarda geçen fiilleri gördüklerinde sözlüklere bakacaklar. Anne ve babalarına soracaklar. Eğer anne ve babaları çocuklarını “Siz keyfinize bakın. Çocuklarınızın ödevleriyle biz ilgileniyoruz.” sloganıyla ortaya çıkan piyasa öğretmenlerinin kucağına atmadıysalar.

Ne yazsam karartıyorum ufkunuzu. Yazar ufuk açar, bireysel tarihleri işaret eder. İnsan yaratır yazılarında. Bakın, der. İşte bunlara tutunun. Hayata tutunmanızı sağlayacak, sizi bataklıktan çıkaracak, size yol gösterecek kahramanınız burada. Ben de bu yazımda insanlar yaratmak isterdim tutunabileceğiniz. Biliyorum tutunmak dedim sık sık. İşte yazar kendini ele veriyor. Anlatımın akışını bozan bir cümle daha.

Anlatamıyorum. Kendime takılıyorum. Bir örümceğim. Ördüğüm ağlara dolanıyorum. Kendi kefenimi hazırlıyorum özenle. Mecbur bırakıyorum kendimde ölümü.

Ah bu benim kendime dalmışlığım!  Kurtulsam daldığım koyu mavilikten. Vurgun yemesem bir kere de. Ne anlatabilirim o zaman size dair? Hiç. Yaklaştığım, uzaklaştığım her yer kapı duvar olmuş bana. Ne söylesem yüz üstü bırakmak olacak. Şehirler geçeceğim birbiri ardına, yollara sığınacağım. Siz de sığınır mısınız yollara? Görmemek, anlamamak için kendinize uzaklığınızı. Hiç durmamacasına geçtiniz mi yollardan?

Ne anlatabilirim o zaman size dair? Hiç.

Sorular soruyorum durmadan. Kitapta ne yazıyorsa odur, diyor öğretmenim. Kitapları kutsal belliyorum. Kitaba hürmet insanı yüceltir, diyor babam.-Babam da babaymış ha!- Bel üstünde tutuyorum tüm sorularımın cevaplarını.

Birkaç sene sonra Gazali’yi anlatıyor öğretmenim. Bir eşkıya Gazali’nin de olduğu bir kafilenin yolunu kesiyor. Herkesin değerli eşyalarını alıyor. Gazali’nin urbasında kitaptan başka bir şey yok. Eşkıya kitaplarını alıyor Gazali’nin. Gazali yalvarıyor: “Kitaplarımı geri verin. Ben bilginim. Ben bu kitaplar için yollara düştüm. Bunlar benim hazinem. Size yaramaz.” Eşkıya: “Be hey ahmak! Sen nasıl bir ilim adamısın ki bildiğini zannettiğin şeyler bizdeyken ilimsiz kalıyorsun.” diyor.

Bazen güzel şeyler anlatıyor din öğretmenleri. Bana bir tanesi denk geldi. Aldım koydum bu yazıya da. İyi oldu. Hepinizin istediği türden. İyi var, kötü var. Sürükleyici, kısa ve ana fikri apaçık bir hikaye.

Ben bu kadar kesin hikayelere dayanamıyorum artık. Hayatımda hiçbir zaman kesinlik olmadı. Kesinliğin beyni uyuşturduğunu, aklı devre dışı bıraktığını, aklın yerine koyduğumuz akıl zannettiğimiz bir merkezin yönettiği alışkanlıkların ağına takılmış kara bir sinek olduğumuzu düşünüyorum. Sıradanlaşan sorulara muhatap olduğumda bunu daha çok hissettim. Çok sevdiğim bir şeyi, sevdiğimi düşündüğümden dolayı sevmem ihtimali beni düşündürdü. Sevmekten caydım. Sevgiyi saf haliyle yakalamak ve içime hapsetmek isteğiyle duyduğum her şüphe, sorduğum her soru beni olmam gereken yerden uzaklaştırdı. Ruhumdaki gerilim, kalbimdeki büyük boşluk görüntümü kapladı.

Tüm bu karın ağrısından, kelimelerce uzayan sancıdan, soluğum kesildiğinde bir akşam, benden bir ses kalacak geriye. Bir an, belki bir görüntü.

Aldığım her nefes acıtıyor bedenimi. İliklerime kadar hissettiğim anlarda bu kısa gözüken ve içine bir ömür sığdırdığımız anlarda karanlık bir kuyu açılıyor, kopkoyu bir derinliğe doğru çarpa çarpa düşüyorum. Kulaklarım uğulduyor, ellerim buz kesiyor, boğazımı bir çift el sıkıca kavrıyor, beynimi sarsıyor. O an ölümle bedenimi tanıştıracak olan meleğin şekilsiz hayali gözlerimde beliriyor. Dünyanın tüm renkleri birbirine giriyor, bu kargaşadan arsız bir siyah ve sinsi bir gri galip çıkıyor. Bu renklerin içinden görüyorum hayatı.


Bu hayat bir kabus Tanrım. Uyandığımda yanında olmayı dilerim.

6 Mart 2014 Perşembe

GECEMİ SIZLATAN YOKLUĞUN



cemil aydın


pencereleri açıp çaresiz bir mevsimi göğüslüyorum
istese de gidemeyen
taşralı bir mevsim doluyor evime
kapıları vuruyor ılık bir lodos
yalnızlığımın sessiz kapıları çarpıyor duvarlara
duvarlar, duvarlar, duvarlar

yatağımda bir dünya düşlüyorum ben
duvarlara çarpmadan uyuyabileceğim bir yatağı
duvarların arkasında şiirler saklayabileceğim
kimseye göstermeden
benimkisi tozlu bir şiir kitabı yalnızlığı
sen aldırma bana, senin daha güzel hayallerin vardır
geceleri aydınlığa çeviren bir ışığın
senin gözlerin var hiç olmazsa
baktıkça günü akşama çevirdiğini zannettiğim
utancın var senin sevdiğimi söylediğimde
gamzeni dolduran utancın
sen utandığında tan vaktini görürdüm yüzünde
sen yokken bu yüze dalıp gidiyorum ben
aklımda mahzun gülümseyen bir yüz
geceyi sabaha kavuşturmuşum
gözlerim morarmış, kirpiklerim ağır
utanıyorsun, kızarıyor ortalık

geceyi soluyorum
düşlerimde başka bir zamanı taşıyorum
başka bir dünyanın var olabileceğine
inanıyorum hala senin çıkıp geleceğine inandığım gibi
hadi gel artık sevgilim
uzat göğümden yıldız ellerini, götür beni
bu dünya kayıp gidiyor altımdan al götür beni
çok yalnızım, çok yalnızım, çok yalnızım

susuyorum, yaşadığımı bilmiyorum sen gittiğinden beri
beni sırlar, beni korkular, beni ihanet kuşatıyor
bırakmıyorlar peşimi
herkes kadar yaşıyorum