cemil aydın
Burası; tozlu yollarına ölü kurbağaların yapıştığı, pazar tezgahlarına halkın alım gücü düşük olduğu için ucuz, çürük meyve sebzelerin doldurulduğu, bir taşra şehriydi. İşlerine yavaş yavaş giden buna mukabil işlerinden hızlı hızlı çıkan yorgun ve bıkkın idari memurların, doktorların çalıştığı ve bunların ille de görev yaptığı yerin uzağında olan evlerine arabalarıyla gittiği bir taşra şehriydi.
Derme çatma gecekonduları dikip yerleştiren halka ilkin göz yuman, sonra da: “Biz sizi buralarda unutmuşuz. Bu evleri yıkın yerine yenisini yapın; yoksa biz yıkarız.” diyen devletin bir dediğini iki etmeyen insanların ucuz malzemelerle yapmaya çalıştıkları evlerin ille de bir yerlerinin yarım olduğu bir taşra şehriydi. Bitmemiş inşaatlara yakın bir yerlerde modern hayata “kentsel dönüşüm” reklamıyla sunularak kabul ettirilen dev binaların yükseldiği ve bu dev binalarda yaşayanların bitmemiş evlerinde oturanlardan bir zarar görmemek amacıyla,oturdukları sitelerin etrafını dev duvarlarla örttükleri ve bu binaları korumaları için yarım kalmış evlerde oturanları işe aldıkları bir taşra şehriydi. Ve bu korunaklı binalarda oturanların ihtiyaçlarını gidermek için çalışan kapıcıların yine yarım kalmış binalarda oturanlardan olduğu ve bu kapıcıların dev binaların bodrum katındaki küçük dairelerde kaldığı, yani kaçtıkları insanlarla kendilerine hizmet etmeleri kaydıyla birlikte yaşayabileceklerine inanacak kadar birlikte yaşama kültürüne sahip zenginlerin yaşadığı bir taşra şehriydi.
İşte bu zıtlıkların yerinde, İstanbul’un ücra yerinde, bir seçim yılıydı. Seyit ustanın oturduğu mahalleye belediye başkanları hiç uğramazdı. Ancak seçim öncesi mahalleye gelirler, propaganda yasaklanana dek çıkmazlardı. Yine böyle bir seçim yılında Bilal Özüdüzgün son model Audi A4 arabasından korumaları eşliğinde hızlıca indi. Görevlilerden biri elindeki poşetin üzerine ellerini bağladı ve gözlerini başkana dikti. Bilal Özüdüzgün mahalleyi şöyle bir göz ucuyla izledi ve yanındaki korumayı sağ işaret parmağını ileri geri oynatarak yanına çağırdı, kulağına eğildi. Gerekli talimatları verdi. On beş yirmi saniye kadar sonra koruma hemen arkasında şaşkınca başkanı izleyen görevliye seslendi. Hemen kulağına eğilip birkaç cümle fısıldadı. Ardından görevli; Bilal Özüdüzgün’ün etrafını saran adamların, utangaç gözlerle perde arkasından olanları seyreden kadınların çocuklarına oyuncaklar dağıtmaya başladı. Çocuklar çığlık çığlığa görevlinin etrafını sardı. Görevli elini poşete atar atmaz çocuklar,onun eline yapışıyor, oyuncağı kapıyordu. Görevli de başkanın binaya girmesiyle çuvalı olduğu gibi yere bırakıp kaçtı. Çocuklar öncekinden daha fazla bir gürültüyle kalan oyuncakları kapışmaya başladılar. Kimi ağlıyor, kimi kaptıkları oyuncağı önce kimin aldığını tartışıyor, kimiyse aldıkları oyuncakları ağızları kulaklarına vararak birbirlerine gösteriyorlardı.
Seyit Usta o sırada penceresinin kenarında sigarasını tellendiriyor, hanımının yaptığı acı kahvesini yudumluyordu. Seyit Usta iki katlı ahşap bir evde hanımıyla yaşıyordu. Odada bir yatak, gelininin yeni aldığı mobilyalardan sonra kullanmak istemediği iki çekyat, bu çekyatların arasında da küçük bir soba vardı. Kara üzüm asmalarının kapattığı pencerenin kenarındaki yatakta oturmayı bilhassa yaz aylarında çok severdi. Kışın romatizmadan sızım sızım sızlayan dizlerini alışkanlıkla durmadan okşar, asmanın gölgesinde dışarıyı seyrederek eğlenirdi.
Seyit Usta yine böyle bir vakit, dışarıyı seyrederken gürültülere kulak kesildi. Önce evin az ilerisindeki derede yüzen çocukların gürültüsü sandı, sonra meraklanarak cama yaklaştı. Asmanın arasından güç bela gördüğü manzarada şu ana kadar mahallede hiç rastlamadığı arabalar gördü.
Seyit Usta neyin ne olduğunu anlamaya çalışsın biz Bilal Özüdüzgün’ü tanıyalım. Kimsenin aday olmasını beklemediği biriydi. Çünkü amel defteri baya kabarıktı. Gençliğinde emlakçı babasının arsalarını kumarda bitirmişti. Sırf bu kumar sevdasına gariban kardeşinin babadan miras evinden pay istemişti. Zamanında iyi niyetli babası ortada senet sepet olmadan evlatları arasında malı pay etmişti. Ama adalet bazen inadına delil arar. Evin bölüşüldüğüne dair delil olmadığından hâkim evin bölüşülmesine karar vermişti. Zaten payını yiyen Bilal Özüdüzgün, mahkeme kararıyla tekrar pay almış ancak bu para yine kumar yolunda heder olmuştu. Kardeşi de mecburen evi boşaltmış, evden kendisine kalan paranın bir kısmıyla borcunu ödemiş, bir kısmıyla da neyi var neyi yoksa toplayıp karısının köyüne gitmişti.
Başkan kumarda yediğini evlendiğinde toparlamış, babadan zengin bir mühendis kızını ayartmıştı. Kızı kaçırmış, evin tek çocuğuna çok düşkün olan mühendis kayınpeder yufka yürekli davranmış, çulsuz damadının kılını kıpırdatmasına fırsat vermeden düğünü yapmıştı. Yazlık olarak kullandığı evi de onlara vermişti.
Başkan kayınpeder parasıyla servet edinmiş, onun aracılığıyla, torpille değil aracılığıyla, belediyede memur olmuştu.
Bilal Özüdüzgün’ün gönlünde çalışma isteği yokmuş; ancak etrafa kendini çabuk sevdirmesini bilmiş. Özellikle de zamanın belediye başkanının sık sık belediyeye girip çıkan karısı Pervin Hanım’a. Başkan açılışlara gittiği, akşam iş yemeklerine çıktığı, şehir dışına etkinliklere katıldığı günlerde Pervin Hanım’ın evinden hiç eskitmediği misafirler gözükmezmiş. Tesadüf bu ya, bizim Bilal Özüdüzgün’ün de o günlerde Pervin Hanım’a gidesi gelirmiş.
Gel zaman git zaman bizim başkan ziyaretleri sıklaştırmış. Öyle birbirine bağlanmışlar ki Bilal Özüdüzgün mesai saatlerinde bile bir fırsatını bulup Pervin Hanım’a gider olmuş. Anlayacağınız Bilal Özüdüzgün mercimeği fırına vermiş. E bu mercimeğin kokusu da yayılmış haliyle. Başkanın da kulağına gelmiş haber. Nasıl mı? Sitenin güvenlik memuru bir gün başkana gülümseyerek:“Maşallah, Bilal Bey her işinize yetişiyor. İyi adamınız var doğrusu! Her Allah’ın günü burada.”deyip boşboğazlık yapmış. Tabi başkanın kan beynine sıçramış; ama işi kimselere duyurmadan halletmesi lazım olduğundan olanı biteni duymazlıktan gelmiş.Çünkü milletvekili olmaya çabaladığı zamanlarda bu münasebetin ortaya çıkması onun için felaket olabilirdi. Başkan bu yüzden olayı duyduktan üç gün sonra düzenlenen partinin olağan toplantısında 7 ay sonraki seçimlerde aday olmayacağını ilan ederek, olası milletvekilliğinin yolunu açmış. Ardından kimsenin beklemediği bir şekilde belediyenin torpilli memuru Bilal Özüdüzgün’ü yeni dönem yapılacak seçimlerde destekleme kararı almış. Yani Bilal’in Bilal Başkan olma sürecinde de yalan dolan eksik değilmiş efendim.
Böylece Bilal Özüdüzgün’ün mazisini öğrendik. Gelelim şimdiye. Başkanlık yolunda ilerleyen Bilal Özüdüzgün seçim çalışmalarına hız verdi. Yeni dönemin esrarengiz başkan adayı olan Bilal Özüdüzgün propaganda için taşraya uğradı. Çocuklara oyuncaklar dağıttırdı. Sonra, Seyit Usta’yı rahatsız ettiğinden habersiz gürültüler arasında toplantı salonuna girdi. Muhtarlara seçimde halkı örgütlemelerini, en ufak bir fireye bile tahammülünün olmadığını ve bölgesinde yeterli çalışmayı yapmayanların koltuklarına veda edeceğini söyledi. Halkın sandığa gitmesi için her türlü imkânın sağlanmasını istedi. Hatta örnek oy pusulaları hazırlanıp nasıl Bilal Özüdüzgün’e oy kullanacaklarını öğrenmeleri için talim yaptırılabileceğini söyledi. Okuma yazma bilmeyenlere kelebeğe oy atacaklarının söylenmesini istedi. Şehrin muhtelif yerlerine kabiliyetli gençlerin kelebek resmi yapmalarının sağlanmasını istedi. Tüm yaşlıların ziyaret edilmesini, gönüllerinin hoş tutulmasını istedi.
Bilal Özüdüzgün başkan olmanın hesaplarını bitirmek üzereydi ki Seyit Usta merakından daha fazla duramayıp yola çıktı. Her zamanki gibi ellerini belinde kavuşturmuş ağır ağır yürüyordu meydana doğru. Git gide genişleyen kalabalığa yaklaştı. Tam o sırada herkes gürültüyle bağırmaya, çağırmaya başladı. Zurna sesine davul sesi karışıyor, çocuklar kalabalığın arasından başkanın önüne çıkmaya çalışıyorlardı. Başkanın korumaları bir anda kalabalığı kenara ittirmeye başkana yolu açmaya çalıştı. Seyit Usta karıncalar gibi üşüşen kalabalığın, korumaların tazyikli müdahalesiyle esnemesinden sonra bir anda kendini yerde buldu. Etrafındakiler yere kapaklanan Seyit Usta’yı kaldırmaya çalışıyor, bir yandan da korumalara bağırıyorlardı. Bilal Özüdüzgün bir şeylerin ters gittiğini anladı. Hemen Seyit Usta’nın bulunduğu yere yöneldi. Biraz önce Seyit Usta’nın başına üşüşenler başkanın gelmesiyle kenara çekilip ellerini önünde kavuşturarak başlarını eğdiler. Bilal Özüdüzgün çömelerek Seyit Usta’ya durumunu sordu. Seyit Usta’nın konuşmaya hali yoktu. Hırıltıyla anlamsız sesler çıkarttı. Ben sana yardım edeceğim diyen Bilal Özüdüzgün bir zarf içerisinde bulunan parayı Seyit Usta’nın cebine yerleştirdi ve Seyit Usta’nın sırtını sıvazladıktan sonra oradan uzaklaştı. Olaya şahit olan halk, başkanın ayağa kalkmasıyla alkış tufanı kopardı. Başkan halkın tepkisinden memnun, makam aracına yürüdü. Audi A4 arabasına bindi ve şoförüne arabayı belediyenin epey uzağındaki korunaklı evine doğru sürmesini istedi.
Bilal Özüdüzgün evine giderken, hastaneye götürülen Seyit Usta’nın kaburga kemiğinin kırık olduğu ortaya çıktı. Evine gönderilen Seyit Usta uzun süre dışarı çıkamadı. Bu yüzden belediye seçimlerinde de oy kullanmaya gidemedi. Ancak Şeyda Nine,Muhtar Raşit’in hazırlattığı servisle oy kullanmak için yola koyuldu. Şeyda Nine tesadüf bu ya Bilal Özüdüzgün’ün kayınpederinin yaptırttığı ve kendi ismini verdirttiği Akif Sarı İlköğretim Okulu’nda oyunu kullanacaktı. Başkanın kayınçosu Kurtuluş Hoca tesadüf bu ya, Şeyda Nine’nin oy kullanacağı sandıkta görevliydi. Şeyda Nine’nin eline iki adet zarf ve iki adet pusula tutuşturan Kurtuluş Hoca : “Ninecim Seyit Emmi’nin yerine de basacaksın kelebeğe oldu mu? Başkanım öyle emretti. “dedi. Şeyda Nine elindeki pusulaları önüne koydu. Elindeki mührü alıp öylece baktı pusulalara. Kafası karışmıştı. Çünkü Şeyda Nine evden çıkarken Seyit Usta ceketinin cebinden çıkarttırdığı zarfı Şeyda Nine’nin çantasına koydurtmuş. Bu benim oyumdur, sandığa kendi oyunla birlikte benim oyumu da at demişti. Şimdi Seyit Usta’nın yerine iki tane mi oy kullanacaktı?“Herhalde başkan gönlünü alıyor beyin. Baksana sakat haliyle bile oyunu göndertti. Bana da kelebeğe atma demedi. Demek ki kızmamış başkana. Ama iki oy kullanmakta adil olmaz. Ben en iyisi beyin oyunu atayım, diğeri ben de kalsın.” diye düşünen Şeyda Nine kendi oyunu ve beyinin oyunu sandığa attıktan sonra Muhtar Raşit’in servisine binip evinin yolunu tuttu.
Akşam oldu, sandıklar açıldı, oylar sayıldı. Bilal Özüdüzgün başkan oldu. Davullar, zurnalar bu sefer Bilal Özüdüzgün’ün başkanlığının şerefine çalındı.
Peki, Seyit Usta’nın oyuna ne oldu? Zarftan çıkan 1000 lirayı Kurtuluş Hoca çaktırmadan cebinde hazır ettiği bir oyla değiştirmişti. Başkanlık ilan olununca da ertesi günü öğlen namazını başkanın merkez camiinde kılacağı duyuruldu. Halk camiyi hıncahınç doldurdu.Namazdan sonra halk, Kurtuluş Hoca’nın hazırlattığı cantıklara gürültüyle üşüştü. Başkan camiden çıktığı gibi Kurtuluş Hoca yanına yaklaştı: ”Enişte, başkanlığın şerefine cantık dağıtıyorum ahaliye. Buyurmaz mısın?” Başkan cantığı alıp ısırdı, lokmayı çiğnedikten sonra “Aferin len kayınço, iyi düşünmüşsün.” dedi. Kurtuluş Hoca’nın ağzı kulaklarına vardı.
Bu sırada Seyit Usta kara üzüm asmalarının kapattığı pencerenin kenarındaki yatağında uzanmış sıkıntıdan kıvranıyordu. Şeyda Nine, beyinin acı kahvesini pişiriyordu. Dışarıdaki gürültüyü duyunca cezveyi bırakmadan pencereye doğru uzandı. Seyit Usta yerinden doğrulmaya çalıştı ama kalkamadı.
Seyit Usta, oyunun cantık olduğundan habersiz kalakaldı yatağında!