MEDRESENİN ÖNEMİ VE BOZULMA SÜRECİ
Medrese bizde toplumun temel taşlarından biriydi. Bu temel taşlardan biri ordu, biri din, biri idareyse biri de medreseydi. Medrese idareyi, ordu ocaklarını ruhuyla besler ve gözetirdi.
Toplumun temel taşlarından olan ordu, yönetim ve medrese ahenkle işlerse düzen yürürdü. Medrese uzaktan ve üst kademesiyle padişahı, yönetimi ve askeri sezdirmeden gözetir ve denetlerdi. Karakoç’a göre Osmanlı’nın ayakta kalma sebeplerinden biri de budur.
Peki, medrese neden bozulma sürecine girmiştir? Önceki paragrafta bahsettiğimiz, medresenin sezdirmeden yürüttüğü kontrol mekanizması görevi, prensiplerin dışına çıkmıştır. Medrese, yönetim ve askerin emelleri için kullanılmıştır. Sultan Aziz ve Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesinde yozlaşan medresenin etkisi olmuştur. Zamanla İttihatçıların da oyuncağı olan medreseler 1.Dünya savaşıyla gerçek anlamda çöküşünü yaşamıştır.
Osmanlı devrinde vakıfların desteğiyle ayakta kalan medreseler mali özerkliğe sahiptir. Tanzimattan sonra kurulan Darülfünun devlet bütçesine bağlıydı. Bu yüzden politikacıların emri altına girmişti. Cumhuriyet döneminde de mali özerkliği yoktu üniversitelerin. Yine aynı şekilde politika üniversitede etkisini hissettirmiş, üniversiteliler siyasi partiler tarafından bilhassa çok partili hayata geçişle birlikte militan gibi kullanılmıştır. İhtilallerde de üniversitelerin rol oynadığını kanıtlayan olaylar bu düşünceyi doğrulamaktadır.
1968 hareketlerinde, 1973-1980 arasındaki anarşist hareketlerde, kürsü işgallerinde, sağ -sol çatışmalarında üniversite başı çekti.
Böylece üniversiteler asıl görevini unuttu, bilimden uzaklaştı ve ortaya yeni bir şey koyamadı.
ÜNİVERSİTE-ORTAÖĞRETİM İLİŞKİSİ
Karakoç’a göre üniversitenin düzelmesi orta öğrenimin düzelmesine bağlı.
Bu sebeple ortaöğretimin yükseköğretime göndereceği öğrenciye en azından metotlu olmayı, kütüphanelerden ve kitaplardan nasıl yararlanacağını bilmeyi, gereksiz tesir altında kalmamayı, bir fikri karşıtları ve alternatifleriyle birlikte düşünmeyi, bilim, düşünce, inanç, ideoloji, teori ve pratik ayrımını yapmayı ve seçimini yapabilmeyi öğretmiş olması gerekmektedir.
Öğrencinin ideolojik propagandalara kapılması yani tesir altında kalması ortaöğretimde gerekli bilgi ve görgüden mahrum kalmasıyla ilgilidir. Bu bilgi ve görgü mahrumiyeti genci iki tarafa yönlendiriyor. Dünyayla ilgisini kesip bir uzmanlık elde etme ya da ilgisini sokak politikacılığına yöneltme. Karakoç bu iki sınıfın durumunu da tehlikeli buluyor. Dünyayla ilgisini keserek uzman olan kişinin otoriter davranacağını ve toplum işlerinde üniversite okumayan kişiler kadar isabetli karar veremeyeceğini söylüyor. Çünkü otoriterlik beraberinde gurur ve kibri taşır. Gurur ve kibir öğrenme azmini öldürür. Öğrendiklerinin üzerine çıkamayan, toplumun bilgisine ve değerlerine kulaklarını tıkayan uzmanlar aciz duruma düşer.
İkinci sınıfı Karakoç daha tehlikeli buluyor. Çünkü bu sınıf kendi görevini ihmal edip partizanlaşır. İhtisas alanında boşluğa yol açan bu yönelim de toplumda onulmaz yaralara yol açar.
ÜNİVERSİTENİN İŞLEVSİZLEŞTİRİLMESİ
12 Eylül döneminde üniversiteler kontrol altına alınmak istendi. Başıbozuk hareket eden fakülte ve üniversiteleri, politik oyunlarla üyeleri birbiriyle boğuşan senatoları sıkı sıkıya bağlamak için yeni bir düzene gitti. Karakoç’a göre bu durum ifrattan tefrite gitmekti.
Yeni düzenle üniversite öğrencisi lise öğrencisi konumuna getirilirken, öğretim üyeleri de yüksekokul hocaları durumuna getirildi. Amaç lise öğrencisi gibi suya sabuna dokunmayan, sadece dersine çalışıp, diplomasını alıp hayata atılan üniversite öğrencisi oluşturmaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder