cemil aydın
Üç kızım var. Birisi memleketimde üniversite okuyor. Diğer ikisini getirdim yanıma. Daha okula yazdırmadım. Hele birkaç hafta daha geçsin yazdırırız evelallah. Artık burada bitirirler liseyi, kazanırlarsa üniversiteyi. On dokuz sene buradayız nasipse. Yap işlet devret usulü satışa çıkarılan ekmek fabrikası ihalesini kazanan patronum bir aksilik olmaz götürürüz bu işi diyor ya bakalım.
Tuttuğunu koparır bizim patron. Beş şehirde fırınları var. Hepsi tam teçhizatlı. Öyle odun ekmek falan zannetmeyin. Büyük fabrikadır. Bir taraftan veriyoruz hamuru, diğer taraftan ekmek çıkıyor. El değmeden ekmek çıkartıyoruz. He şunu derseniz: “El değmeden ekmek çıkıyor madem, siz ne halt edersiniz?” Cevabı veririm efendim. Gavurun icadı da insan gibidir. Dört dörtlük değildir canım. Nasıl ki bizim kusurumuz var, onun da kusurları var. Bakarsın hamurları üst üste yollamaya kalkar, ayırırsın. Bakarsın güzel bıçak atmaz hamura, bıçak atarsın. Uyanık olacaksın her daim. Arada bir yorulan, dalıp giden, muhabbete tutuşan elemanlar olur. Ben fırının ustabaşısı Hikmet ağabey olarak müdahale ederim aksaklıklara. Makinenin hızı ne zaman işçinin hızını geçer: “Ha gayret!” “Haydi ağalar maşallah” “Size hamur mu dayanır be, koca şehri doyurursunuz evelallah!” derim de hırslandırır, hızlandırırım elemanlarımı. Ekmek kazanıyor onlar da ben gibi. Bir çocuk gibi isterler ki yaptıkları iş görülsün, beğenilsin. Ben de arada böyle yağlarım onları. Ama hata oldu mu iyi de kalaylarım. Burası babamın yeri değil. Ekmek yediğim yer bana ustabaşısın dedi. Ben ustabaşı Hikmet, ekmek yediğim yere ihanet etmem. Adalet sağlamak benim işim. Zordur ama elimden geleni yaparım. Kusurum vardır elbet. Evde üç kız, bir karıyla zor uğraşan ben yirmi dokuz işçinin sorumluluğunu almışım. Nasıl hepsinin gönlünü hoş tutayım. Bir bölümün molası on dakikaysa, öteki bölümün molası on bir dakika olmayacak. Oldu mu kızarır, homurdanır bazı elemanlarım. Şaşmaz bir saatleri vardır. Her işçi hassastır saatlere. İşbaşı yaparken o kadar hassas değiller ya neyse, günahı boyunlarına. Kimi zaman ben de dinlenemem ama ustabaşıyım. İşi yürüten benim. Patron, mühendis geldi mi işçiye bir şey demez. Gelir beni bulurlar. Vallahi işçiyle hiç münasebet kurmaz. Bazen işler iyi gider denk getirdiğine bir “Merhaba!” der, alışık olmayan elemanlarım “Bana demedi herhal!” deyip kafasını çevirmeden işine bakar. Patronun çalıştığımız yere indiği –büyük patronun uğrayacağı zamanlara denk gelir- zamanlar beni çeker bir köşeye bildiği şeyleri bana sorup işiyle ilgilendiğini gösterirdi. Ben patronla konuştuğum vakit işçiler ilk molada yanıma gelir, patronla ne konuştuğumuzu sorarlar, içinde biriktirdikleri tüm şikâyetleri bana söylerlerdi. Bazen bitmeyen sorulardan, sızlanmalardan sıkılırım, kan beynime sıçrar:”Çıkın ağalar yukarı, müdür odasının yeri belli. Sorun ne merak ediyorsanız. Sinirlenirim garibanlara; ama acırım bir yandan. Hepsinin kendine göre dertleri vardır.
Mesela bizim pişirici Bayram. Sivaslı Bayram. İstanbul’da da birlikte çalıştık. Bilirim delikanlı adamdır, ekmeğine bakar. Vallahi on beş saat çalışsa sesi çıkmaz, ne iş versen halleder. Böyle adama kurban olayım canım. Neyse bizim Bayram memleketine gönderir kazandığını. Kendisi çok para harcamaz zaten. Fırının mescidinde yatar kalkar. Odasında yatağı, üç beş kıyafetini koyduğu küçük bir dolabı, patronun hediye ettiği üç kişilik koltuğu vardır. Yemek zaten hazır gelir, kirası yok. Çarşıya çıktığında bir kahvede üç beş çay içer, uykusuzluğu göze alırsa Fenerin maçını seyreder. Ne kadar harcayacak? Yollar parasını anasına. Anası cahil kadındır. Bir kızı var yakın köye verdikleri: Halime. Bayram evvela ablasını arar, ablası da bir fırsatını bulup ilçeden parayı çeker anasına götürür. Anası yastık kılıfına sıkıştırdığı paraların birazıyla evin ufak tefek ihtiyaçlarını aldırtır, kalanını oğlunun çeyizi için biriktirir. Kocası İbrahim’e kalsa oğlunu evlendiremezler. Üç kuruşluk emekli maaşını gençliğinden beri günahına yoldaşlık eden halasının iki oğluyla yer bitirir. Eve zil zurna sarhoş girdiği için çoğu zaman yatağında uyuyamaz. Kimi zaman dışarılarda, kimi zaman evinin önünde sızar. Zor bela anahtarı deliğe denk getirip kapıyı açtığı zamanlarda evin muhtelif yerlerinde uyurmuş. Evimin erkeği diyerek sineye çekermiş kadıncağız. Bizim Bayram bakmış okuldaki dersleri kafa almıyor; babasının kendine hayrı, evine getireceği parası yok almış çantasını atmış kendini İstanbul’a. Bayramdan bayrama gördüğü teyzesinin evinde birkaç hafta kaldıktan sonra bizim fırına maya getiren eniştesinin sayesinde bizim fabrikaya işçi olarak girdi. O sıra işlerimiz yoğun. Seçim mitingleri başlamış. Partilerden, mitinge gelenlere dağıtılmak üzere hazırlanacak sandviçler için ekmek siparişi almışız. Binlerce ekmek çıkartıyoruz. Haliyle işçiye ihtiyaç var. Bizim Bayram’ın şansı varmış ki tam sıkışık zamanımızda kapağı attı fırına. Git gide alıştı fırına. Kendini kanıtladı. Patron Bursa’da bir fırın daha açtı. Beni ustabaşı olarak oraya götüreceğini söyleyince iş bilir birkaç adamı da yanımda götürmek istedim. Rica ettim patrona, Bayram’ı yanımda götüreceğim dedim. Sağ olsun kabul etti.
İstanbul’dan getirdiğim diğer elemanımın adı Ahmet. Markalı ürünlerin korsanını üreten küçük bir dükkânda çalışmış, ustası maaşı az tutunca bırakmış işi. Bir süre işsiz kalmış. İşsiz zamanında halasının kızıyla düğün yapmış. Yavuklusunu Bitlis’te bırakıp askere gitmiş. Tek gün izin kullanmadan askerliğini bitirip memleketine dönmüş. Döndüğünün üçüncü günü patronumuzu tanıyan bir hemşerisinin ricasıyla işe alınmış. Bırakmış garibim karısını yine düşmüş yollara. Biraz para biriktirip döneceğim diye teskin ediyormuş karısını. Ahmet biz Bursa’ya geldiğimizin haftasında İstanbul’a gelmiş. Patron rica minnet işe aldığı bu çocuğu çalıştıracak yer bulamayınca ben devreye girdim. Ahmet’in Bursa’daki fabrikaya gelmesini, orada elemana ihtiyaç olduğunu söyledim. Patronun aklına yattı, kabul etti. Ben de Ahmet’i aradım. Yığınla yalan söyledim ikna etmek için. Bak burada şartlar iyi, parası da daha fazla. Sigortanı da dosdoğru yatıracaklar. Öyle asgari ücret alıyormuş gibi sigorta yatırma sahtekârlığı olmayacak burada. Ahmet ikna olmuştu ama iş değişikliğini fırsat bilip yine Bitlis’e gitmek istediğini söyledi. Yeni evlidir, idare ederiz diye sesimi çıkarmadım. Ahmet bu gidişinde bir hafta kaldı Bitlis’te. Toplam on gün yüz göz olduğu karısının alnını, çileli anasının ellerini, ölü babasının toprağını öpüp yola çıktı. O gün bugündür çalışır bizimle. Bana saygıda kusur etmez ama çok da yüz vermez. Kızgındır kandırıldığına. İte kaka bir buçuk ayı bitirdi. Bayrama bir hafta var şimdi. Heyecanlı tabi, memleketine gidecek. Utana sıkıla geldi yanıma. Bir şey söyleyecekmiş gibi oluyor: “Bugün düne göre iyi pide çıktı” , “İftara da az kaldı.” benzeri havadan muhabbetlerle asıl söylemek istediklerini kendine saklıyordu. Ne sakladığını az çok tahmin ediyordum.” Kaç gün tatil yapacak?”, “Maaşını bayramdan önce alabilecek mi?” Merak ediyor. Patrona sorarım senin durumu dedim. Anlaşıldığından memnun gülümsemesiyle kısık sesle: ”Sağ ol Hikmet Ağabey.” dedi. Patronun yanıma teftişe geldiği bir an güç bela açtım mevzuyu. Bizim Ahmet dedim, Bitlis’e gidecek ya, kaç gün izin vereceğiz? Patron aldırmaz göründü. Makinelerin etrafında gezindi. Tam ayrılacağı sırada: “Arefe sabahı gitsin, bayramdan sonraki ilk gün burada olsun.” dedi. Tamam dedim; ama ben Ahmet’e nasıl diyeyim kardeş sana dört gün izin verdi diye. İki günü yolda geçecek zaten. Ben ne yapayım. Emir kuluyum ben de. Patrona gitmeden benim izin mevzusunu açtım. Sen de kandilde git, bayramdan sonra da beş gün izin yaparsın. Bayramdan sonra işler biraz azalır, seni idare ederler dedi. Allah razı olsun patronumdan ki izni bol tuttu. Patron gider gitmez depoya girdim. Hanımı arayıp, müjdeyi verdim. Hanım pek sevindi, arkadan çocukların ince çığlıkları geliyordu. Şu dünyada eşi, çoluk çocuğu sevindirmekten güzel ne var be! Ne için çalışıyoruz unun kepeğin içinde? Gururluyum, Allah utandırmasın. Ahmet’e de çok izin verseydi patron! Ne söyleyeceğim çocuğa şimdi? Olsun ben işime bakayım. Ben ustabaşı Hikmet, ekmek yediğim yere ihanet etmem. Burası babamın yeri değil canım. Emir kuluyum. Ne söylenirse onu yapıyorum. Döndüm işimin başına. Üç kazana mayayı verdim. Üç kıza bayramlık lazım. Yola çıkacağız bilet almak lazım. Bir kız üniversitede ona da bayramlık para lazım. Kazanlar dönüyor, dakikaya hazır evelallah. Başım da dönüyor, acıkmadım vallahi. Bir sürahi su yeter iftara. Şu fırının sıcağında nasıl geçer Ramazan dedik ama rabbim veriyor kolaylığını. Sen yeter ki iyi niyetle davran!
-Ağabey konuştun mu, ne zaman yola çıkacağım ben?
-Allah iyiliğini versin be Ahmet!
-Ağabey kazan kendi kendine dönüyor, sen bakma boşuna. Dalarsın maazallah makine vicdansız.
-Hadi oradan hergele! Ustana ders verecek kadar piştin mi sen?
-Ağabey dersi sen ver, izin işi ne oldu sen ondan haber ver?
-Ahmetim konuştum patronla. Arefe çıksın, bayramdan sonraki ilk gün burada olsun dedi.
-Bayramdan sonraki ilk gün mü? Vay dünya yıkıla! Hiç gitmeyim.
-Vallahi Ahmet, patron böyle buyurdu. İstersen sen de git bir konuş. Sanmam ki caysın dediğinden.
-…
Döndü gitti. Akşam hanıma telefon açacak. Verecek müjdesi olmayacak garibimin. Adalet sağlamak senin işindi hani Hikmet Usta. Sen aradın sevindirdin hanımı, elin garibanı boynunu büktü gitti. İpler patronun elinde Hikmet Usta. Parası olanın keyfince adalet. Sen olmayan adaletin bekçisisin. Sen işine bak Hikmet Usta. Üç yüz lira fazla alıyorsun herkesten. Sesini soluğunu kes, mani olma evin rızkına anlık hışımlarla. Hadi kazanlar durdu, hamur hazır. Gönder bakalım. Haydi beyleeer! Son kazanlar geliyooor! Hay maşallah! Haydi bismillah! Elemanlarım son gayretleriyle koyuldular işe. Benim işim bitti Allaha şükür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder