adnan
sayım
Geçenlerde
Hakan Arslanbezer’in 2010 yılı bünyesindeki yayınlardan
derlediği şiirlerden oluşan Türk Şiiri 2010 adlı kitabını
okudum. Gerçekten titiz bir çalışma doğrusu. Hakkını vermek
lazım. Dipte köşede bir şair bırakmamış Hakan Bey. Bu yönüyle
eser takdire şayan. 2010 yılında çıkan hemen hemen bütün
dergileri, kitapları taramış Hakan Bey ve çeşitli
adlandırmalarla günümüz şairlerini sınıflandırmış. Edebiyat
camiası adına her daim elzem bir ihtiyaçtır şimdiki zamanın
nabzını tutmak. O da az çok bunu başarabilmiş. Bu seçkiye
aldığı şairlerin poetik haritasını çıkarırken ayrıca her
şairden 2010 yılı içerisinde yayınlanan en göze batan
şiirlerini toplamış. Mesele buraya kadar bilgi verici ve güzel.
Ama bu eserin benim üzerimdeki etkisi şaşırtıcı derecede yüksek
oldu. Her şeyden önce bir şiir okuru olmam, yaşadığım dönem
adına birtakım estetik ölçütlerimin olmasını, hele hele şiir
hakkında keskin bir bakış açısına sahip olmamı gerektiriyor.
Bu anlamda yazının en sonunda örneklerini bulabileceğiniz
şair! ve şiirlerin! bir muhasebesini yapmayı şiirimiz adına
mutlak ve mutlak kaçınılmaz olarak görüyorum.
Şiir
okuma serüvenimin başlangıç döneminde bir Orhan Veli bağımlılığı
nüksetmişti bende. Gece gündüz onun şiirlerini okur ve kendisini
örnek alırdım. Onun sözcükleriyle, dizeleriyle hayatı
anlamlandırmaya çalışırdım. Belki de şiir yazmaya yeltenmem
onun yüzündendir kim bilir. Son derece basit ve hep çocukça bir
muzırlıkla yazılan bu şiirler bana şiir yazmanın şair olmanın
hiç de zor olmadığını söylüyordu sanki. Orhan Veli’nin
kendinden öncekilerin aksine ilk defa sokağa inmiş olması, bir
nasırdan bahsetmesi çok ilgimi çekiyordu. Daha doğrusu kendime
veya etrafımda yaşayan hepsi benim gibi dar bir dünyada yaşayan
ortalama vatandaşlara yakın buluyordum onun şiirlerini. Orhan
Veli’nin ironik ve keskin bir mizahı olması da bu ilgimi daha da
samimileştiriyordu. Evet, şiir okuma ve yazmaya yeltenme serüvenim
böyle başlamıştı. Daha sonra gençlik kanı damarlarımda daha
hızlı ve daha basınçlı akmaya başlayınca daha sivrildim,
hayata karşı daha çok öfke duymaya başladım. Bu sefer şiirde
kavgacı, öfkeci, hırçın dizeler bulmaya çalıştım. Ahmed Arif
çıktı karşıma bu yıllarda. Onun o yıkıcı, zulme boyun
eğmeyen, baskılara karşı başını dik tutabilen mısraları
sebepsiz gençlik öfkelerimi bir nebze olsun yatıştırabiliyordu.
Ve hala şiir yazıyordum. İlk yazdığım şiirlerin Orhan Veli ile
başlangıcı, daha sonra Ahmed Arif’le tanışması, yazdıklarımın
birbirinden uzak ama ideolojik temelde aynı düzlemde duran bu iki
şairle harmanlanması epey marjinal bir şiir anlayışımın
oluşmasına neden olmuştu. Tabi aradan birkaç yıl daha geçince
hem şiir okumalarım, hem de şiir üzerine kuramsal araştırmalarım
yoğunlaştıkça hem yabancı şiirler (özellikle Fransız) hem de
Türk şiirleri üzerine bilgi ve birikimim arttı. Bunun sonucunda
da şiir adına kendimi kendime karşı bir şiir esteti olarak ilan
ettim. Bu düşünce de beni bir zamanlar edebiyatımızda bir hayli
eleştirilen “Sanat, sanat içindir.” anlayışında karar kılma
yönünde cesaretlendirdi. Kuşkusuz bu anlayış beni (1980 sonrası
apolitize edilmiş bir kuşağın bir bireyi olarak) toplumsal
dönüşüm ve evrilmelerden uzak tuttu. Hal böyle olunca da şiire
bakış açım, onun beni her türlü ideolojik bağlamdan sıyrılıp
sadece bir sanat ürünü olması gerektiği yönünde bir düşünceye
sevk etti. Yani benim için artık şiir denince aklıma bütün
pisliklerden ( siyaset, magazin, savaş, arabesk, ülkü, hedef,
vizyon, ekonomi vs…) arındırılmış bir öz geliyordu.
İşte
şuan bu öze ilişkin ilk intibalarımla şimdiki intibalarım
arasında çok büyük bir fark olduğunu söylemeliyim. Lafı bu
kadar uzatmamın sebebi her şeyden önce iyi bir şiir okuru
(iyi şiirler okuma hakkımın üzerinde ipoteksiz bir düşünce
olduğunu ispatlamış biri) olarak yukarıya aldığım şair! ve
şiirler! hakkında düşüncelerimi bu doğrultuda belirtmek
istiyorum.
Günümüzde
genel geçer şiir akımlarına bakarsak bunlar içerisinde kendini
sağ tebaadan duyuran bir cenahın çok güçlü bir lobiye sahip
olduğunu ve bunların şiir vitrini açısından en ön sırada en
şatafatlı giysilerle kendilerini sergilediklerini söylemek lazım.
Bunlara önderlik eden son dönemin en güçlü, en otorite şairler
İsmet Özel veya Sezai Karakoç olduğunu söyleyemem. Ama
bahsetmekte olduğum şairlerin bu büyük şairlerin yaptıklarını
yapamamak ve bu hırstan dolayı farklı bir yola sahip siyasi
referanslı bir yola sapıp abuk bir şiirsel atmosfer yarattıklarını
söyleyebilirim. Bunların başını çeken Şimdilerde İtibar
dergisini çıkaran İbrahim Tenekeci ve son dönemde sağ
otoritelerin büyük umut besledikleri fakat bu umudu piyasa
koşullarına kurban edip, hedonist aforizmalarla edebi perspektifini
oluşturan Murat Menteş(Ki şairliği! de var) çekiyor kuşkusuz.
Ama bu iki ismin, kendilerini örnek alan şairler üzerindeki etkisi
o kadar belirgin değil. Bu üstadlar! yazdıkları bir şeyde
ayrıksı bir noktayı belirtirken, kendilerini takip eden diğer
şaircikler! hemen o noktanın en ucuna gidip oradan el sallamaya
çalışıyorlar bize.
Şiirimizde
böylesine absürd bir akımın peydahlanması beni çok şaşırtıyor
doğrusu. Hele hele bu güruhun yazmış oldukları şiirlerdeki
siyasi paradokslar ve içten içe şer’i hükümleri şeffaflaştırıp
postmodern bir hezeyanla imgeleştirmeleri bu şaşkınlığımı
daha da pekiştiriyor. Yazdıkları şiirlerde öne sürdükleri
ironik olmaya dayalı tavır (Ki becerseler gam yemem) Türk şiiri
adına tam bir rezalettir bana kalırsa. Dini sembolleri kendi
kıytırık ve donanımsız bakış açılarıyla anlatmaya çalışan
bu güruha mensup kişiler, seyrini bulamamış ve sürüklenmeye
mahkum bir geminin şuursuz mürettebatıdır kanımca. Daha sağın
ve solun ne olduğunu bilmeyen, Marks’ı, Malcolm X’i vs…
aksiyonerleri adamakıllı tahlil edemeyen bu şahıslar şiirimiz
adına nasıl (ve neden) bir boşluğu doldurabilir?
Allah
kelimesini diline dolayan bu müsveddeler ne yapmaya çalışıyor?
Her
birinin yazdıklarına bakın, bir dergide katı bir şeriatçı,
başka bir dergide Şeriatla hemhal olup ta dünya nimetlerinden
gözünü alamayan, nefsinin dizginlerini tutmak için işlediği
günaha Allah’ı şahit tutan ve tam o günahı işlerken Allah’ı
karşısına alıp adeta evin şımarık çocuğu edasıyla ondan
mağfiret dileyen ikiyüzlü bir insan mizacını göreceksiniz.
Evet
sorsanız hepsinin dini ilimlere, âlimlere veya dindar siyasilere
dair söyleyecekleri bir sürü söz vardır. Namaz kılarlar, oruç
tutarlar kısacası dini akidelerini yerine getirirler her birisi.
Ama bütün bunları o aciz nefislerini gizlemek için bir bahane
veyahut yazdıkları şiirler için bir malzeme olarak görmekten de
geri durmazlar.
Sağ
literatüre ne kadar yakın gözükseler de hepsinin amacı sağdaki
solcu olmaktır aslında. Bir nevi çağın vicdanı. Veya günümüz
imgelemiyle bir Mevlevi. Ama bunu da beceremezler. Bilmezler çünkü
sağcılık neyi gerektirir solculuk neyi. Okumazlar ve sadece o
fetişleştirdikleri çay içme ayinlerinde duymuşlardır
kendileriyle yapılan röportajlarda bahsettikleri âlimleri.
Sosyalist Müslüman’dır hepsi. Bir zamanlar solcuların kalesi
olan ama edebi anlamda hep ölü çocuklar doğuran sol tandanslı
toplumsal gerçekçiliği günümüzde uygulama çalışıyorlar.
Tabi ki akılları sıra bunu (nasıl yapacaklarsa) dini referans
alarak yapmaya çalışıyorlar. Bahsettiğim akımın solcu
temsilcileri birer birer edebiyatımızdan el etek çekme konusunda
bir hayli acele etme zekâsını gösterebilmişlerdi. Ama bu dinci
tayfanın böyle bir manevrayı akıl edebilecek bir becerisi
olduğunu zannetmiyorum şuan için.
Evet,
şiir söylemek için mi yazılır? Yoksa okunmak için mi? diye bir
soru sorsam size ne cevap verirsiniz? Şahsen ben ikincisini tercih
ederim. Bu yüzden böylesine bir yazı yazma ihtiyacını kendimde
hissettim. Bir zamanlar Orhan Veli-Ahmed Arif çizgisinden gelip de
daha sonra şiirdeki ironinin en cıvık halini, toplumsal
gerçekçiliğin o fütursuz heybetlenmelerini az çok bilen birisi
olarak bütün bunları yazdım. Ne düşüneceğiniz ;aşağıda
örneklerini göreceğininz şair ve şiirlerle size kalmış.
“Ezan
seslerine tramvay duraklarına kırmızı dudaklarına
Karışır
aklım alnım kırışır çizgilerle ağaçlar.
…
Bir
gök tanrı heybetiyle ağzımı bozuyorum”
Abdüssamed
Bilgili
“Hatun
sen benim vatanımsın ezan da okunuyor bak
Bak
bu benden terleyen Türkiye’dir.”
…
Bankalar
çoğaldıkça namazlar kaza.
Ali
Celep
“Bu
nedenle bu his bulutsusunu dağıttığımızda geriye hiçbir şey.
Kalmadı
demek aslında Allah yoktur demek anlamına da geliyor.
Allah
yoktur.
Allah
var mıdır (Doğru soru bu değil).
Doğru
soru nedir(Doğru soru bu değil).
Peki,
“Allah yoktur” demek her şeyi çözer mi (Doğru soru bu değil)
Doğru
soru nedir (Doğru soru bu değil).”
Efe
Murad
“Pişt!
Lan! Islamic!
Allah
deme lan sus Allah deme
Büyük
projelerin piçi olmuşsun, Allah’a kurban ol
…
Allah’ım,
Marx okusun Amerika
Üstüne
de Mehmet Akif
Allah’ım,
sen varsın, ama Amerika’da var n’olur
Bi
şey yap”
Franko
Buskas (Emrah Altınok)
“Sonunda
güzel bir kız olsun Allah’ım bir istiklal marşı daha
Yazdırma
Biraz
söveyim feleğe biraz da tövbe edeyim
…
Dört
sıfırdan oyunu peş peşe üç marsla
Allah
kerim Allah kerim Allah kerim”
Elyasa
Koytak
“Söyleyeyim
ben Mevlana, kafam iyi.
..
Ben
görmedim, tanıdığım Mevlanalar hep evli barklı Konyalılar
Fena
halde Allahlı
Allahçı
Konyalılar
…
Napolyon
Mevlana Atatürk ve diğer peygamberler
…
Stat
dolacak ve ben parayı bulunca Mevlana Üçlü çektirecek
…
Mevlana
büyüsü yaptık, şimdi koyuyoruz cimboma sınıf mınıf
Kalmayacak”
Eren
Safi
“Yarabbi
bir sürü günah, bir sürü halt yedik affola
Yarabbi
bütün yıl karıları kestik, öldürmedik ama
Yarabbi
sen gafursun, sen rahimsin affola
…
Ağzımızı
çalkalayarak yüz seksene taktık geliyoruz yarabbi
Hamdu
senalar sana selamlar habibine olsun
Leybeyk
leybeyk leybeyk yarab ellerimizi açtık,
Transparan
yerlerimizi kapattık, meyhaneleri de kapatacaz
Yarabbi
…
Yarabbi
yüzümüz yok, paramız yok, karımız yok, bursumuz yok,
Ölmeye
niyetimiz yok
Derdimiz
çok, düşmanımız çok, falsomuz çok, fortçumuz çok
Bizi
kötülüklerden beri, hasenatlara yakin eyle yarabbi
Lastiğimizi
patlatma yarabbi
Lastiğimizi
patlatma yarabbi
Lastiğimizi
patlatma yarabbi
…
Bizi
monica belluci’lerle imtihan etme yarabbi
Karı
görünce raydan çıkıyoruz yarabbi
Bizi
dostlarınla buluştur yarabbi
Bize
dervişler gelsin, biz dervişlere gidelim yarabbi
Kemal
da derviş mi yarabbi?
…
Ey
cilloşların, sarhoşların, berduşların, yamukların,zırzopların,
İmansızların
da rabbi olan Allah
…
Eşhedü
enla ilahe illallah
Ve
eşhedü enne muhammeden abduhü ve resuluhü
Amentü
yarabbi sonsuz kere amentü
Ölürken
hard diskimizi çökertme yarabbi”
Mustafa Burak Sezer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder