cemil aydın
Uyku geceye mi aittir? Eğer öyleyse uykumun geceyle
rastlaştığı zaman hatırlayamayacağım kadar uzak olduğundan bir yönden daha
dünyayla uyumsuz olduğumu kanıtlamış olurum.
“Ah, bu çocuğun ne alıp veremediği var kendisiyle anlamıyorum. Dalıp
gidiyor kendine. Her gün tekrarladığı bir oyunu var. Ellerine bakıyor, avucunun
çizgilerine. Tırnaklarıyla avucundaki çizgileri adeta oyuyor sonra yavaşça
çizginin dışına taşmadan yürütüyor tırnaklarını. Görsen sanki tırnakları bir
kayık, avucunun çizgileri coşkun bir ırmak. Ne var ki çocuğum düşlerinde bile
yalpalıyor. Tırnaklarını avucunun çizgisinin bitimine doğru iyice bastırıyor,
acısından kızaran avucu acıya dayanamayınca elleri iki yana düşüyor ve bitkin
bir şekilde kalıyor oturduğu yerde.
Kayık, ırmağın sonunu göremiyor. Hiçbir şeyin sonunu görmeye hevesi
olmayan, kırılmış bir çocuk. Allah’ım ne acı!”
Sabahları neşeleniyorum. Neşem üzerimde gülünç duran bir
elbise gibi bir an evvel çıkartıyorum telaşla. Sonra beni sıkan, bunaltan yine
de devamlılığıyla alışageldiğim düzenimi sarsmayan bir gariplik çöküyor üstüme.
-Gariplik. İfade edemediğim her ne varsa sığdırdığım kof bir kelime. İçi saman
dolu bir korkuluk.- Öğle sonraları, geceleri karanlığa açılan gözlerimle uyur
uyanık gördüğüm rüyaların devamı oluyor.Yine de bir ölüm güzelliğiyle gelen
neşeme tercih ederim. Sahi siz ölüm
güzelliğine bürünmüş birini gördünüz mü? Ben gördüm. Dedemi. Aralıksız bir ay
yatağından kalkamayan dedemi bir amcamdan diğer amcama götürecekleri bir sabah
vakti dedem herkesin şaşkın bakışları arasında desteksiz kalktı yerinden. Oysa
külçe gibi yığılan dedemi içine yerleştirip taşımaları için yengem battaniye
alıp gelmişti odasından. İlaçların etkisiyle kekeleyerek konuşan dedem
anlaşılır anlaşılmaz bir şeyler söyledi. Amcamlar koluna girdi dedemin. Evin
kapısına kadar itiraz etmedi sonra kollarıyla itti onları, ayakkabılarını kendi
giydi. Yavaşça ama kendine güvenerek yürümeye başladı. Yüzümüz gülmüştü bir an.
Apartmanın girişine kadar sorunsuz yürüyen dedem, sokağa açılan merdivenlerin
başında durdu, kafasını havaya kaldırdı, dertli bir nefes aldı ve yüzüstü
düştü. Ölmüştü dedem. Yüzünde baharın ilk güneşinin tadını çıkarmaya çıkan
çocuk sevinci vardı. Başka kim görmüştü bu hali?
Dedesi öldüğünden beri kendisine gelemedi. Ben sana dedim, memlekete
gönderelim bu çocuğu diye. Gece sayıklayıp duruyor. Yatağında dedesini yatırdık
senin yüzünden. Neymiş babamı misafir odasına yatırırsak koltuklar, halılar
kirlenirmiş; misafirleri nerede karşılarmışız. Kaynanam erken öldü diye
üzülmeyeyim bari. Senede bir kere gelecek misafir yüzünden çocuğun psikolojisi
bozuldu. Gücüm kalmadı artık hiçbir şeye. Ne yapacağız?
Anlamsız bir ölçüyle yükselen apartmanlardan başka bir şey yok
etrafta. Kendimizle amansız bir savaşı başlatıyor bu evler. Farkında mısınız,
yeniliyoruz her gün? Balkonlar nasıl da dalga geçiyor bizle. Yenildikçe
uzaklaşan bizlerin arasındaki mesafeyi koruyarak, başkalarının yüzlerine sinmiş
acılarımızı, aleladebakışları, mahremiyetimizi seyir fırsatı sunan balkonlar…
Çıkın seyredin. Ne bekleyebilirim ki sizden, ne vaat edebilirsiniz bana?
Uykusuz yüzümü, uyuşmuşkollarımı, baştan ayağa acılarımı teşhir ediyorum.
Seyredin.
Bütün gün balkonda oturuyor. Yat, dinlen diyorum. Üşüteceksin,
hastaolacaksın, kendine dikkat et diyorum. Dinleyen kim? Arada bir mutfağa
girip ekmek rendeliyor. Alıyor kırıntıları çatıya, cam önlerine serpiyor,
mahallenin güvercinlerini topluyor çatımıza. Her gün bıktım camları silmekten.
Her taraf kuş pisliği.
Kuşlar her zamankinden daha renksiz. Buna biz sebep olduk,
hiç olmadığı kadar eminim artık. Fabrikapislikleriyle kurumuş dereler,
üstlerine kapanan yalıtımlı camlar, led ışıklarla aydınlatılmış yapay ağaçlarla
dolu belediye parkları, soluk bir gökyüzü bıraktık onlara. Güvercinler nasıl
beyaz kalabilir ki? Bilseniz ne kadar acıyorum onlara. Bunları düşünemeyecek
kadar meşgulsünüz.Bu meşguliyet sizi ne kadar mutlu ediyor? Ancak seyredin siz!
Utanıyorum sizlerle yaşamaktan.
Tutup bir yere de götüremiyorum. Azıcık insan içine karışsa fena olmaz
mı? Kafası dağılır hani. Belki de derdinin merhemi bu. İstemiyorum, diyor. Ben bayılıyor muyum
arkamdan atıp tutan komşulara, samimiyetsiz akrabalara?Her şeyi dört dörtlük
istersen kim kalır etrafında? Görmezden geleceksin bazı şeyleri, değil mi?
İnsan insana muhtaç işte. Anlatıyorum
tüm bunları ama bana ifadesiz bir şekilde bakıyor. Ağzımdan çıkan her kelimeyi
anında buharlaştıran sessiz bir öfkesi var. Bu öfkesi yiyip bitirecek onu,
korkuyorum.
Gündüzün, gecenin; sıcağın, soğuğun; güzelliğin, çirkinliğin;
iyinin, kötünün ne anlamı olabilir ki insanlardan ümidi kesmişken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder