14 Şubat 2014 Cuma

KUTLAMA VESİLESİYLE ÖYKÜMÜZÜN AHVALİ ÜZERİNE BİR DEĞİNİ



cemil aydın


Anma ve kutlama vesilesiyle hatırlanan birçok gün var takvim yapraklarında. Bunlardan bir kısmı unutuluyor, bir kısmı yüzeysel bir şekilde ele alınıyor, çok az bir kısmı ise hakkı verilerek kutlanıyor.

Öykünün yaygınlaştırılmasına ve edebiyattaki yerinin daha iyi tahlil edilebilmesine ortam oluşturduğundan, şu zamana kadar öykü için emek verenlerin hatırlanmasına sebep olmasından dolayı bu gün hatırlanmaya değer bir gün:

14 Şubat Dünya Öykü Günü!

Öykü, son zamanlarda edebiyatın içinde oldukça parlayan bir tür. Romanın gölgesinde kalmanın şikâyetiyle yakınan öykü severler artık biraz daha rahat olmalı. Öykülerin varlık alanı edebiyat dergileriyle sınırlıyken, artık öykü kitapları birbiri ardına basılıyor ve kitapçılardaki yerini alıyor. Öyküye göre daha bütüncül olan, 90’lardan sonra piyasanın edebiyatı sermayeleştirmesiyle daha kolay servis edilebilir bir tür olarak roman her ne kadar ön planda olsa da son zamanlarda türler arası geçişkenliğin artmasıyla öykü daha ön planda. Giderek daha da önem kazanacağına inanıyorum.

Genelde bireyselliğin ön planda tutulduğu edebiyatımızda; siyasal, toplumsal ve ekonomik koşulların etkisindeki yazarlar yeni biçim arayışlarına yöneldi. Dil; kapitalizmin etkisiyle reklama bulandı, slogana yaslandı, küresel piyasanın etkisine açıldı. Piyasanın kendi değerleriyle yeniden organize ettiği edebiyatımızda anlam taşıyıcısı olarak dil, yazarın iç dünyasını yansıtmada yetersiz kaldı; posası çıkmış bir dille oluşturulan metin, bir kapan gibi yazarını tuzağa düşürdü. İnsan ve dil arasındaki bu modern ilişki öykünün istikametini böylece değiştirdi.

Öykü bu durum içerisinde deneysel girişimlerle ilerlemeye çalıştı. Her yazma sürecinde yazar öyküyü yeniden yarattı. Bu tutum öykünün alanının genişlemesine ve öykü türünü deneyenlerin sayısının artmasına neden oldu. Peki, bu nicel artış öyküyü nereye götürür?

Eğer öykücü kadim görevine uygun olarak zamanın tanıklığını bireyler üzerinden gerçekleştirir bireyi ferahlatırsa öykü daha iyi yerlere gelebilir. Buna mukabil yazılan deneysel metinler gelenekten kopuk, zamanın ruhundan uzak,  ferdi sızlanmalarla doldurulmuş metinlere evrilirse öykü için tehlike çanları çalmış olur. Son zamanlarda artan hareketliliği de saman alevi olarak adlandırmakla iktifa etmiş oluruz.

Deneysel girişimlerin öykü açısından bir riski de “türler arası geçişkenlik”.  Derinlikli anlatımdan uzak ferdi sızlanmaların öykü olarak kabul edilmesi edebi bir risktir. Çoğu vakit yazarın bile herhangi bir türe yerleştiremediği metinler kabaca düzyazı ya da anlatı olarak kabul ediliyor. En temel yaklaşımla edebiyatı duygu ve düşüncelerin belirli bir sistemle okuyucuya aktarma olarak tanımladığımızda türler elbette sonradan belirlenen sistemli ayrışmalardır. Adı ne olursa olsun mühim olanın okuru ya da kitleyi yönlendiren yığının beğenisinde saklı olduğunu düşünerek öykünün anlatıya ya da düzyazıya evrimi doğal kabul edilebilir. Ancak okunurluğu artırmanın hevesi öykünün özüne ve biçimine zarar vermektedir.

Öykü özünde anlatmaya dayalı bir türdür. İnsan hayatının başlangıcına döndüğümüzde Hz. Adem ile Hz. Havva’nın dünyada cennet hayatını anlattıklarını görürüz. Onlar da yaşanılan geçmişe özlem vardı. Geçmişi bugüne getirme hevesiyle anlattılar. İnsanoğlunun anlatma isteği bir sürgünle başlamış oldu böylece. Adem ve Havva anlattıkları öykünün kahramanlarıydılar. Bir dertleri vardı ve bu dertlerini anlatıyorlardı. Öykü tüm türlerde olduğu gibi anlatılacak bir derdin varlığıyla oluşur. Gerçek ya da gerçeküstü kurgusuyla anlatılanlar hakikatin bir damarına ilişir ve topluma şifa olur. Öyküde anlatılanlarla hakikat arasında sağlam bir köprünün olduğunu söyleyebiliriz. Yaşanılan anın ya da geçmişte yaşanmış bir anın şimdiye getirilişinde bir vasıta olan öykü insanlara yol açar. Ferdin ve ileri safhada toplumun düşünsel terakkisine katkıda bulunur.

Öykünün işlevini düşündüğümüzde son zamanlardaki deneysel girişimlerin bu işlevle ne kadar uyuştuğunun tartışılması gereken bir mevzu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Anlattığına değil daha çok nasıl anlattığına önem veren yazarların elinde öykü ne hale gelmiştir? Öykünün orta yerinde soluğu kesilen zayıf kahramanların okuyucuya katkısı ne olabilir?

Soruların sayısını artırabiliriz. Elbette vereceğimiz cevapların daha da nitelikli olmasının şartı soruların fazlalaşmasıdır. Bu yazı da bazı soruların muhataplarına iletilmesine ve yeni soruların sorulmasına vesile olması için yazıldı.

Umarım 14 Şubat Dünya Öykü günü plaketlerin bolca dağıtıldığı sıradan törenlerle,  resmi konuşmalarla geçiştirilmez. Özgün fikirlerin ortaya çıkmasına, öykünün yakın geçmişinin mercek altına alınmasına, soruşturmaların yapılmasına vesile olur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder