cemil aydın
Eve yaklaştım. Adımlarımı hızlandırdım. Yağmur bastırmadan eve girsem iyi olacak. Gün karanlığa dönmek üzere. Kasaba ışıklarını yakmaya başladı.
Şoförün karısı toplamaya başlamış çamaşırlarını. Kocası yolda. Hacı diyorlar ama ismi nedir bilmem. Tır şoförüdür. Anlaşır bir şirketle, uzun yola gider. Firma görevlisi olarak zamanında Suudi Arabistan’a mal taşımış. Şimdi Nahçıvan’a gidip geliyor.
Ev sahibim Sakine Teyze’nin elinden eksik etmediği ince ,uzun,iyice sıkıştırılmış koyu tütünlerin kaynağı Hacı’dır. Koli koli getirir sigaraları. Her gelişinde “Abla, iki gözüm önüme aksın kaça alıyosam sana o kadara satıyom.”, “ Bir kuruş fazla alıyosam şurdan şuraya yürümek bana nasip olmasın. 2 lira diyorlar, veriyom sana 2 liraya. Hayır, üstüne koysam ne kazanacağım Allah aşkına! Nahçıvan’dan getirdiğime değmez.” benzeri cümlelerle dürüstlük ispatına girişir. Sakine Teyze herkesçe bilinen meşhur alaylı ciddiyetiyle Hacı’ya parasını verir, onu bir dahaki sipariş için sıkı sıkıya tembihlerdi.
Eve geldim sonunda. Anahtarı aramaya koyulmuştum ki Sakine Teyze açtı kapıyı: “Gel Menaf Hoca,ben de iskemleleri alacaktım içeri,gel yardım et.İyi denk geldin.” Hemen arkasından gittim. Sohbet devam etsin istedi. İskemleleri kucaklamıştım. Manalı bakışlarıyla süzdü beni: “Dün geceden beri çok lakırdı birikti bu iskemlelerde, ağırlaşmıştır şimdi onlar, zorlanmayasın.” Güldüm. Memnun oldu ki daha hevesli, sesini yükselterek devam etti. Sen tatile çıkınca buraları biraz dağıttık. Sen olunca ne iyi oluyordu. Eline kitap alıp çıkıyordun balkona, biz de kaçışıyorduk çil yavruları gibi evimize. İş, güç var anam. Ama aklımıza geliyor mu? Sen gidince balkonun altı mesire yerine döndü. Hacı’nın izmaritler de hatırası. Hasibe’nin Özge’ye de içirdik bu mereti. Hani şu senin mesleğe gözünü diken kız. Çalışıp duruyor zavallı. Ama o sayılara hevesliymiş, senin gibi kitaplarla, okumayla uğraşmazmış.” İskemleleri yerine bıraktım. Sakine teyzenin ağzımı arama girişimini konuyu değiştirerek savurdum: “Abla, eve girmeden şunu da vereyim. Geçen ayın kirası tatile denk geldi, geciktirdim. Elli lira fazla verdim.”
Sakine teyze kiraya zam yapmamıştı ama fırsatını buldukça ucuza oturduğumu söylemekten geri durmazdı. Ben de zammı kendim yaptım. Sakine teyze beni rahatsız etmeyerek, eve karışmayarak büyük lütuf ettiğini söyler, civar ev sahiplerinin kiracılarına nasıl gaddarca şeyler yaptığını anlatırdı. Parayı aldıktan sonra yine bildik konuşmalarından birine başladı: “Aman be oğul, sağ olasın ne gerek vardı. Ben dul başıma yiyip içiyorum. Sen evine de para gönderiyon. Bana verirsen sana ne kalıyor, gençsin para harcarsın sen.” Olsun dedim, Hacı sigarana zam yapmazsa senin işini görür bu para. “Ben sigarasız kalmam oğul.” Olsun deyip geçiştirdim. Fazla lakırdıya tahammülüm yoktu.
Eve girdim. Odaları tek tek dolaştım. Pencereleri açtım. Biraz dinlendim, sonra annemin yolda
bitiremediğim ıspanaklı böreğini yedim. Akşamüstü dışarı çıktım. Babasultan’ın akşamında yürüdüm. Havada yağmura karışan ahşap evlerin,akasyaların,meşelerin,yaban güvercinlerinin kokusu…Derin derin içime çektim bu eşsiz aromayı.Meydan kahvesinde yağmur kokulu bir yorgunluk kahvesi içtim.
Her şehrin, her kasabanın kendine göre bir şarkısı var. İstesek de istemesek de alışıyoruz buna. Bir saat gibi kuruluyoruz düzene. Bak, işte hemen ısınıverdim buralara.
Tarlaları sulayıp evine dönen öğrencilerimin kaçamak bakışlarına gülümsedim. Oyun oynayanların birbirlerine takılmalarına gülümsedim. Gürültülü bir sesle ajansı dinleyen ihtiyarlara gülümsedim. Çay parasını bırakmayan müşteriye kızan kahveciye gülümsedim.
Meydan kahvesinden çıktım. Başımı göğe kaldırdım.Bulutlara gülümsedim.Köpeklere ıslık çaldım.Gülümsedim.Ayaklarımı yere vurdum.Kediler kaçtı.Gülümsedim.
Evime girdim. Gülümsedim. Yorulmuştum. Gülümsedim. Kendimi yatağa attım. Gülümsedim. Rüyalara daldım. İçim ısındı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder